Sınırların Ötesindeki Kesişim: Dürzîlik, Kürtlük ve Ortadoğu’nun Sessiz Hafızası

Sınırların Ötesindeki Kesişim: Dürzîlik, Kürtlük ve Ortadoğu’nun Sessiz Hafızası

Ortadoğu coğrafyası, yalnızca savaşların ve bölgesel çıkar çatışmalarının değil; aynı zamanda bastırılmış kimliklerin, geçişken halk katmanlarının ve iç içe geçmiş aidiyetlerin de sahnesidir.

Bu coğrafyada inanç ile etnisite arasındaki çizgi her zaman sabit olmamış, kimi zaman inançlar halkları şekillendirmiş, kimi zaman halklar inançları dönüştürmüştür.

Dürzîlik ve Kürtlük arasındaki tarihsel ilişki tam da bu geçişkenliğin en somut örneklerinden biridir. Dürzîler genellikle Arap olarak tanımlansalar da, gerek tarihsel belgeler gerek sözlü gelenekler gerekse lider figürlerin kendi beyanları, Dürzî topluluklar içerisinde önemli bir Kürt bileşeninin bulunduğunu ortaya koymaktadır.

Bu ilişkinin sembolik bir özeti, 1989 yılında Sosyalist Enternasyonal’in 18. Kongresi’nde Lübnanlı Dürzî lider Velid Canpolad’ın sarf ettiği şu sözlerde yankılanır:

Ez Kurd im, ji Kilîsê me. (Ben Kürdüm ve Kilis’liyim.)

Bu tanım, sadece bireysel bir aidiyet beyanı değil, aynı zamanda yüzlerce yıllık bir halklar arası etkileşimin tarihsel belleğidir.

Dürzî inancı, 11. yüzyılda Fatımi Halifesi Hâkim bi-Emrillah’ın ilahi bir figür olarak kabul edilmesiyle şekillenmiş, İsmailîlikten ayrılarak kurumsallaşmış ezoterik bir öğretiye dayanır. Tanrı’nın tecellilerini tarih boyunca farklı kişilerde gördüğünü kabul eden Dürzî öğretisi, sadece dini değil toplumsal dayanışmayı da merkeze alır. Kapalı evlilik sistemleri, cemaat içi sır saklama ve inançlarını dışa kapalı biçimde yaşama pratikleriyle, hem Osmanlı döneminde hem de modern Arap ulus-devletleri sürecinde dışlanmış ama dağılmış da değildir. Bu izolasyonun içinde Kürtlerle temas ise yer yer çatışma, yer yer kültürel alışveriş, kimi zaman da bütünleşmeyle sonuçlanmıştır.

Bu kesişimin tarihsel kökleri, en az 12. yüzyıla, Eyyubi hanedanının kurucusu Selahaddin Eyyubi dönemine kadar uzanır. Selahaddin’in hem Kürt kökenli olması hem de Suriye’nin güneyine yönelik siyasi ve askeri stratejileri, Kürtlerin Cebel el-Dürüz ve çevresine iskân edilmelerinde doğrudan etkili olmuştur.

Nitekim tarihçi Heinz Halm, Early Ismaili and Druze Movements adlı çalışmasında, Eyyubi döneminde Suriye içlerine yerleştirilen Kürt grupların zamanla Dürzîliğe geçiş yaptıklarını belirtir. Bu süreç, sadece gönüllü din değiştirme değil, aynı zamanda Kürt aşiretlerinin yerel toplumsal yapıya adapte olmasıyla da ilgilidir.

Özellikle Bilge (Belka) bölgesi – bugünkü Ürdün’ün batısında, Amman’ın güneyinde yer alan tarihî bir alt bölge – Dürzîlik ile Kürtlüğün iç içe geçtiği özel coğrafyalardan biridir.

  1. yüzyılda Osmanlı arşivlerine giren belgelerde, Bilge bölgesine Urfa, Siverek ve Diyarbakır’dan gelen bazı Kürt aşiretlerinin göç ettiği ve bu aşiretlerin bir kısmının Dürzîleştiği görülür.

1860’lardan itibaren bölgeye yerleşen Kürt kökenli El-Hamud, El-Cabir ve El-Salhi gibi aşiretler, Dürzî nüfusla evlilikler yoluyla karışmış ve zamanla inançsal dönüşüme uğramıştır. Bunun karşılığında ise bazı Dürzî ailelerin Halep-Harran hattındaki Kürtlerle ticari ve kültürel ilişki kurduğu bilinmektedir. Bu çift yönlü etkileşim, Bilge bölgesinde Kürt-Dürzî kimliğini yerel halk bilincinde sıradanlaştırmıştır.

Bu tarihsel arka plana rağmen, modern devletlerin çizdiği kimlik sınırları, bu geçişkenliği yok sayma eğiliminde olmuştur. Arap milliyetçiliği, Dürzîleri Arap olarak tanımlamış, Türkiye ise Dürzî varlığını adeta görmezden gelmiştir.

Oysa 20. yüzyıl başlarında özellikle Lübnan’daki Dürzî siyasi hareketi içerisinde Kürt kökenli aileler – başta Canpoladlar olmak üzere – önemli roller üstlenmiştir.

Fransız tarihçi Jean-Pierre Filiu, Les Arabes, leur destin et le nôtre adlı çalışmasında, Canpolad ailesinin 17. yüzyılda Kilis-Halep hattından Lübnan’ın Şuf Dağı’na göç ettiğini ve zamanla Dürzî topluluğuna liderlik ettiğini belirtir.

Bu liderlik, sadece inançsal değil, aynı zamanda siyasi bir vizyonu da içerir. Velid Canpolad’ın 1980’lerden itibaren Kürt halkına dair açıklamaları, Ortadoğu’daki ezilen halklar arasında seküler, ilerici bir dayanışma çağrısının parçasıydı. Onun Ben Kürdüm, beyanı, bir halkın geçmişine, aidiyetine ve siyasi belleğine çağrı niteliği taşır.

Bu söylem, sadece sembolik değil, aynı zamanda somut siyasi ilişkilerle de desteklenmiştir. 1980’li ve 90’lı yıllarda Lübnan Sosyalist İlerici Partisi (PSP), Türkiye’den gelen Kürt mültecilerle organik bağlar kurmuş, Kamışlı ve Süveyda’daki Kürt-Dürzî dayanışması kimi zaman rejim karşıtı hareketlerde birlikte eylemlere dönüşmüştür.

Bu ortaklık, özellikle Baas rejiminin baskılarına karşı gelişen yeraltı ağlarında kendini göstermiştir. Suriye Dürzîlerinin liderlerinden olan Vahib Cumbulat’ın 1960’lı yıllarda Halep’teki Kürt öğrenci dernekleriyle ilişki kurması da bu hattın sürekliliğini göstermektedir.

Türkiye’de ise Dürzîlik üzerine yapılan yorumlar hâlâ oldukça yüzeyseldir. CNN Türk gibi kanallarda dile getirilen indirgemeci söylemler, bu inancı sapma ya da gariplik olarak sunarken, topluluğun tarihsel bağlamdaki rolünü ve halklar arası etkileşimini bilinçli biçimde görmezden gelir.

Oysa Dürzî topluluğu, tarih boyunca Arap, Kürt, hatta Ermeni unsurların katkısıyla şekillenmiş çok kimlikli bir yapıdır.

Bu noktada şu temel gerçeği vurgulamak gerekir: Dürzîlik bir inanç sistemidir; Kürtlük ise bir ulusal kimlik’tir. Bir kişi aynı anda hem Dürzî hem Kürt olabilir, tıpkı bir Êzidî, Alevî veya Hıristiyan Kürt olabileceği gibi. Kimlikler birbirini dışlamaz, aksine tarihsel olarak iç içe geçebilir. Velid Canpolad gibi figürler, bastırılmış olan bu çoklu kimliği anımsatma ve görünür kılma cesaretini göstermektedir.

Bugün Bilge’den Lübnan’a, Süveyda’dan Kamışlı’ya kadar geniş bir hatta, Dürzîler ile Kürtler arasındaki tarihsel etkileşimin izleri sürülebilir. Bu izler, sadece tarih kitaplarında değil, yerel halkların hafızasında, mezar taşlarında, eski belgelerde ve folklorik anlatılarda da yaşamaya devam etmektedir.

Bu nedenle, Dürzîler hakkında konuşurken sadece bir inanç topluluğunu değil, aynı zamanda tarih boyunca Kürt halkının bir parçası olmuş ve kimliğini bu doğrultuda şekillendirmiş bir halk kesimini de anmak gerekir.

Kaynakça

Martin van Bruinessen, İslamiyet ve Kürtler, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000.

Kamuran Bedirxan, Kürtler ve Kürdistan Tarihi, Avesta Yayınları, İstanbul, 2003.

Aydın Uğur, “Dürzîlik ve Siyasal Kimlik”, Toplum ve Bilim, Sayı 67, İstanbul, 1995.

Bülent Özdemir, “Ürdün’deki Kürtler ve Bilge Bölgesindeki Aşiretler”, Ortadoğu Etütleri Dergisi, Cilt 10, Sayı 1, Ankara, 2018.

Mehmet Ali Aslan, “Ortadoğu’da Kürtler ve Dürzîler: Etnik Kimlik ve İnanç Kesişimleri”, Kürt Araştırmaları Dergisi, Sayı 11, Diyarbakır, 2020.

Mehmet Bayrak, Kürdoloji Belgeleri, Özge Yayınları, Ankara, 1994.

Selahattin Yıldız, Ortadoğu’da Azınlıklar ve Mezhepler, Avesta Yayınları, İstanbul, 2006.

Vahap Coşkun, “Dürzî Toplumunun Sosyolojik Konumu”, Medeniyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2019.

Ahmet Kahraman, Kürtler Tarih, Kültür, Kimlik, Agora Kitaplığı, İstanbul, 2003.

Hamit Bozarslan, Ortadoğu’da Kimlik, Din ve Etnisite, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008.

Diğer Haberler