İnsanları yanlış yönlendirmenin en etkili yollarından biri de, geçmişi unutturmak onları hafızasız bırakmaktır. Bu yöntem egemen güçlerce genel olarak Ortadoğu coğrafyasında özel olarak da Kürdistan’da hep hayata geçirildi. Hafızası silinen insanlar, bir olayın başlangıç nedenlerini ve geçirdiği evreleri unutarak sadece final kısmına bakarak değerlendirme yapmaya alışmış oluyorlar.
Geçmişle birlikte bu günü anlamlandırabilmek akıl-mantık ile olanaklıdır. Akıl-mantık devre dışı kalınca ve sadece olayların son perdesine bakıp değerlendirme yapınca duygular etkili olur. Bunu bilen kurnaz egemenler; final bölümünde hep duygulara oynarlar.
İşte bu noktada, hafızaların geri gelmesi, akıl-mantığın devreye girmesi, birbirlerini besleyen egemenlerin ‘duygulardan yararlanma’ oyununu bozulacak ve gerçek yüzleri görünür olacaktır.
Bu genel geçer tespit ışığında PKK’nin 12 yıl önce Kürdistan’da ne yapmaya çalıştığını, bugün ne tezgâhladığını ve yarın ne yapabileceğini bilince çıkarmak olanaklı olur.
2013 yılına kadar PKK’ye dair yaptığımız değerlendirmeler, Kürd politik çevreleri tarafından genel olarak ‘uç, zorlama ve komplo teorisi’ olarak değerlendiriliyordu. Ancak 2013 Amed Newroz’unda okunan Öcalan mektubu, PKK’nin misyonuna dair geçmiş tüm değerlendirmelerimizi doğruladığı gibi, PKK’nin ondan sonra devletçi rolünü gizlemeden oynayacağını da göstermiş oldu.
Misak-ı Milli, TC’nin halen işgal altında tuttuğu Kuzey Kürdistan’a ek olarak Kürdistan’dan başka bölgeleri de kendi egemenliği altına alması demektir. Bu nedenle Misak-ı Milli dendiğinde her onurlu Kürd hakarete uğradığı için hiç düşünmeden tepki gösterir ve bu söylemin sahiplerini düşman olarak görür…
Kürdler adına birilerinin Misak-ı Milli’yi savunması ise açıkça Kürdlere/Kürdistan’a ihanettir. Bunun başka hiçbir adı olamaz…
PKK yöneticileri son zamanlarda Misak-ı Milli’yi, yani Kürdistan’da işgali meşrulaştıran ve yeni işgalleri öngören devlet anlayışını utanmadan, sıkılmadan dillendirebiliyorlar. Bu pervasızlığın en önemli nedeni ise Kürd politik çevrelerinin gereken tepkiyi göstermemesidir kuşkusuz.
Tepki görmeyen PKK, ihaneti açıkça dillendirmekte sakınca görmüyor artık. Üstelik bu ihaneti Kürdlerin temsilcileri sıfatıyla dile getirip adına da “özgürlük” diyebiliyorlar…
Meşrulaşan ihanet açıklamalarından birini de Aysel Tuğluk 2013’te yaptı.
Kanına Kemalizm zehri şırınga edilen ve devletin karanlık odalarından aldığı referanslarla Kürdlerin başına atanan Aysel Tuğluk, Radikal gazetesinde yayınlanan bir yazısında “PKK ne olacak?” sorusuna cevap verdi. Tuğluk’un cevabı, devletin PKK ile anlaşmasının içeriğini ve sonrasında PKK’ye vereceği yeni görevi çok net ortaya koyuyordu.
Söz konusu yazısında Tuğluk şunları yazıyordu: “Tam burada en can alıcı soru çıkar karşımıza: “İyi güzel de PKK ne olacak?” PKK’nın ne olacağına dair soruya verilecek cevap konusunda açık yürekli olmak gerekiyor. En az önümüzdeki çeyrek asır boyunca Kürtlerin var olduğu her yerde PKK da çeşitli biçimlerde olacak. Suriye’de bir süre daha silahlı; İran’da yakın gelecekte tekrar silahlı; Avrupa’da kurumsal vs. Bunu herkes bilmek durumunda. Ve bu tespiti yaptıktan sonra Türkiye ile PKK konusunda bir hususu tekrar ve özenle vurgulamak gerekiyor; PKK, Türkiye’de de çeşitli biçimlerde olacak. Programları, fikirleri, etki alanındaki siyasi ve sosyal kurumları, demokratik aktiviteleri vs. ile olacak. Ancak Sayın Öcalan’ın yeni dönem kurgusunda PKK’nın silahlı güçlerini Türkiye siyasal sahasının dışına geri dönüşsüz biçimde çıkarmak var.”…
Tuğluk’un açıklamaları, ısrarla gerçeği görmek istemeyenlerin yüzüne vurulan bir şamardı aslında. Ve bu açıklamayı farklı şekilde, hele hele olumlu bir anlam yükleyerek yorumlamak olanaklı değildi. Dahası bu açıklamaya tepki göstermemek, ulusal davanın PKK vasıtasıyla devlete peşkeş çekilmesine seyirci kalmak ve satışa suç ortağı olmak demekti.
Ortalama zekâya sahip politikacıların bile anlayabileceği basit bir mantık yürüterek ve İmralı üzerinden tekrar sürüme konulan planlara dair ipuçları vereceği için de Aysel Tuğluk’un açıklamalarını irdelemekte yarar vardır.
PKK’nin bir devlet projesi olduğu gerçeğini hesaba katmadan olaya bakalım ve PKK’yi Ulusal bir hareketmiş gibi kabul edelim bir an için.
PKK, Türk devletine karşı mücadele etmek için ortaya çıkmadı mı?
PKK, “Bağımsız Kürdistan” talebiyle mücadeleye başlamadı mı?
PKK’nin bağımsız Kürdistan düşüncesinden vazgeçtiğini açıkça dillendirmesi ve Türk devleti ile anlaşması, varlık koşulunun ortadan kalkması demek değil miydi?
Varlık koşulu ortadan kalkmasına rağmen PKK’nin varlığını sürdürmesi, varlık nedeni olarak sunduğu gerekçelerin yalan olduğunu göstermez miydi?
Aslında Aysel Tuğluk’un söylediklerini defalarca yazdık; yani doğru olanı söylüyordu Tuğluk. Ancak doğru söyleyen Tuğluk, PKK’nin misyonuna isim koymuyordu, dahası “özgürlük hareketi” gibi çarpıtılmış bir isim koyuyordu. Aysel Tuğluk’un açıklamaları, PKK’nin taşeron bir örgüt olduğu, TC tarafından kurularak piyasaya sürüldüğü, öncelikle Kuzey Kürdistan’daki ulusal dinamikleri yok etme görevi verildiği, Kuzey’de amacına ulaştıktan sonra Kürdistan’ın her parçasında bu taşeron örgütü kullanacağını çok net olarak ortaya koyuyordu…
Tuğluk, “Öcalan’ın yeni dönem kurgusunda PKK’nın silahlı güçlerini Türkiye siyasal sahasının dışına geri dönüşsüz biçimde çıkarmak var.” Diyerek Türk devleti ile anlaşmanın yapıldığını ve artık devlete karşı hiçbir silahlı mücadelenin söz konusu olmadığını söylüyordu. Yani PKK’nin varlık koşulu ortadan kalkıyordu…
Tuğluk, PKK’nin Suriye’de bir süre daha silahlı varlığını sürdüreceğini söylüyordu. Suriye ve Güneybatı Kürdistan’da PYD adı altında varlığını sürdüren PKK, daha fazla güçle Güneybatı Kürdistan’a yüklenecek ve Ulusal Taleplerin gerçeklik kazanmasına engel olduğu zaman da misyonunu tamamlamış olacaktı. Bu süre zarfında, Esad kalıcı olursa Esad ile mutlak bir entegrasyon anlaşması yapılacaktı; tıpkı TC ile yapıldığı gibi.
Esad giderse bu anlaşmayı yeni iktidarla yapacaktı. Şayet Suriye’de kaos sürerse, Misak-ı Milli’yi güncelleyerek Güneybatı Kürdistan’ın Türkiye’ye bağlanmasını sağlayacaktı. PKK’nin gelecek hesaplarında olmayan tek şey, Kürdlerin Ulusal Haklar elde etmesidir. Dahası, bu hakların elde edilmesini engellemek için herkesle her türlü çirkin anlaşmayı yapma kararlılığındaydı…
Tuğluk’un PKK için, “İran’da yakın gelecekte tekrar silahlı” sözleri de, emperyalistlerin olası İran müdahalesinde yaşanacak boşluktan Kürdlerin yararlanarak bazı Ulusal Haklar elde etmesini engellemek için PKK silahlı varlığını sürdürecekti.
Tuğluk’un, “En az önümüzdeki çeyrek asır boyunca Kürtlerin var olduğu her yerde PKK da çeşitli biçimlerde olacak.” Sözleri ise, PKK’nin lanetli rolünü özetliyordu. Tuğluk, ‘Kürdlerin nefes alabileceği her yerde PKK olacak ve nefes almalarına olanak vermeyecek’ diyordu açıkça. Çeyrek asırlık zaman ise, 2.Lozan’ın her yönüyle hayata geçirilmesi için gereken zamandı.
Sonuç olarak; PKK-Devlet anlaşması, Ortadoğu’da emperyal bir güç olmaya başlayan TC, mevcut egemenlik alanlarını genişletmek istiyor ve bunun için de en sadık ve güvenilir adamını-örgütünü devreye sokuyor.
“Türkiye’ye demokrasi Kürdistan’a kaos ve diktatörlük” olarak özetlenebilecek Devlet-PKK anlaşması, PKK’nin silahlı güçlerinin Kürdistan’ın diğer parçaları başta olmak üzere tüm Ortadoğu’da TC’ye bağlı silahlı öncü birlikler olmasını öngörüyordu…
Aslında Tuğluk’un söylediklerini çok önceden Abdullah Öcalan defalarca farklı şekilde söylemişti. Devletin çıkarları için var olduklarını açıkça dillendirmişti. Ama ne yazık ki politik çevreler görmek istemediler. Daha doğrusu gördükleri halde tavır alacak cesareti gösteremediler. Öcalan daha 1999’da açıkça ihanetlerine ve devlet çıkarlarını korumaya devam edeceklerini söylemişti.
PKK, MİT tarafından kurulurken başına “Pilot Necati” gibi elemanlarını yerleştirmişti. Ve devlet, kuruluşundan bu yana da her zaman düşünsel ve pratik olarak PKK’yi yönetecek, yönlendirecek elemanlarını görev başında tuttu.
Düşünsel alanda Mihri Belli’den Doğu Perinçek’e, Yalçın Küçük’ten Sırrı Süreyya Önder ve Ertuğrul Kürkçü’ye varan devlet elemanları her zaman için PKK’nin beynini oluşturdular.
Seçkin(!) subaylarını ve MİT elemanlarını da her zaman PKK’nin askeri stratejisinde görevlendiren devlet, artık bu dolaylı yoldan vazgeçecek ve açıkça PKK’yi yönetecektir.
PKK’nin yan kuruluşu olan ve Şengal’i Irak adına Kürdlerden koruyan YBŞ’nin Haşdi-Şabi bünyesinde Irak ordusunun bir parçası olduğu gibi, yine PKK’nin bir yan kuruluşu olan YPG’de SDG adı altında Suriye ordusuna bağlı resmi silahlı birliği olmak istiyor.
Yani her şey planlandığı gibi giderse, PKK/PYD yeni süreçte, Suriye’nin silahlı kuvvetlerine bağlı resmi bir birim olacak ve işgalci/sömürgeci devletlerin çıkarları için savaşmaya devam edecektir. Tabii ki Kürd gençlerini kullanarak bunu yapacaktır her zamanki gibi…
Artık kimsenin sahtekârlık, iki yüzlülük yaparak halkı kandırma olanağı kalmamıştır. Ya Devlet-PKK ortak ihanetinin hayata geçirilmesine karşı açıkça tavır alınıp mücadele edilecek ya da bu çirkin ittifakın bir parçası olunacaktır…