PKK ile Türk devleti arasındaki “süreç” bir yaşında:  Kim kazandı, kim kaybetti?  

PKK ile Türk devleti arasındaki “süreç” bir yaşında:  Kim kazandı, kim kaybetti?  

2024 1 Ekim tarihinde Türk siyaset sisteminin en milliyetçi ve devletin en derin partisinin lideri Devlet Bahçeli’nin DEM Parti ile el sıkıştı. O tarihten sonra devletin “terörsüz Türkiye” PKK’nin “Demokratik Entegrasyon” dediği fakat aslında kimsenin tam olarak neyi amaçladığını bilmediği ve genelde “Süreç” olarak bahse konu olan bir dönem başladı.

O el sıkışmadan bugüne 1 yıl geçti. Bir yıl içinde Öcalan “Kürtlere devlet istemiyorum, özerklik istemiyorum” diyerek PKK’ye feshetti. Daha sonra büyük bir gösteri halinde PKK fesih kongresi yaptı. Silah yaktı.  Gösteri, hamasat, sihirbazlık, lafazanlık ve kelime oyunlarını bir yana bırakalım. Ve soralım kim ne kazandı kim ne kaybetti?

Önce parantez içinde şunu söyleyeyim: “Bu “süreç” denen şeyde ki tek önemli şey bir yıldır Kürt gençlerinin ölmemesidir.”  Bir yıldır Kürt gençleri Türk devletini demokratikleştirmeden bahseden, Kürtlere bir devleti ve hiç şekilde kendini yönetmeyi layık görmeyen ne istediği belli olmayan bir fikir ve parti için ölmüyor. Kürtlerin tek kazanımı da budur. Bunun dışında kim kazandı?

Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim bu sürecin kazanını: Erdoğan ve Öcalan’dır.

Gelin kısa bir özet yapalım.

Kuzey Kürdistan açısından: Aslında “süreç” denen meselenin odağı Kuzey Kürdistan olmalıydı. Fakat bu sürecin arkasında başka başka amaçlar olduğu için merkez değil yan bir mesele gibi kaldı Kuzey Kürdistan. Odak Rojava ve Güney Kürdistan’a döndü.

Kuzey Kürdistan’ın kaderi bilinçli biçimde yıllardır Öcalan’ın özgürlüğüne bağlandığı için süreç içindeki en pasif parçadır.  Kuzey halkı süreçten mutsuzdur, Öcalan’a kırgındır. Fakat bunu -şimdi konumuz olmayan ve ele almayacağımız-nedenlerden dolayı yüksek sesle söylemiyor.

Kuzey’de Kürtlerin bir kazanımı yoktur. Sadece Hendek sonrası büyük yıkım ve tazyik altındaki halk çatışmasız ve şiddetsiz günler yaşamaktadır. DEM Parti biraz daha rahat hareket edip Bahçeli ve hatta Erdoğan ile tokalaşma fırsatı yakalayıp Türkiye’nin yeni fotoğrafında yer almıştır. Şimdi de bu rahat ortamın bozulmasını istemiyorlar. Bunun içinde hiçbir radikal açıklama yapmıyorlar. Ne DEM ne de PKK’nin başka kurumu Kürtler Kuzey Kürdistan’da kendini nasıl yönetir tartışması yapmıyor. Tam tersine “Demokratik komünizm ve demokratik entegrasyon” gibi kavramlarla Kürt zihin yapısı daha da zehirleniyor.

Kuzey’in tek kazanımı uzun yıllardır cezaevinde olan, cezası bitmiş ama salıverilmeyen ve ağır hasta bazı tutukluların bu süreçte bırakılmasıdır.

Güney Kürdistan açısından:

Açıkçası bu süreç denen tartışmanın odağı şimdilik “gerillalar nasıl silah bırakacak, nasıl dağdan inecek sorusunun tartışmasına döndü. Ve dağdan nasıl inilecek sorusu Kuzey’den çok Güney’i ilgilendiriyor. Çünkü Kuzey’deki dağlarda bir gerilla yoktur. Tüm gerillalar Güney’dedir. Savaş Kuzey’de değildi Güney topraklarında veriliyordu.

Ne Türk devleti ne de PKK Güney Kürdistan’da işgal ettikleri ve halkın girmesini engelledikleri yerleri halka teslim etmedi, geri çekilmedi. Tam tersine her iki tarafta dağlara yaptıkları tünel, mevzi vb çalışmalarını durdurmak bir yana çatışmaların durması ile daha da hızlandırdı. Evet Güney halkı, özellikle de Behdinan bölgesi çatışma durduğu için halk biraz daha rahat etti. Fakat topraklarına dönemedi.

PKK Şengal’den çıkıp Kürdistan Bölgesi hükümetine teslim etmedi.  Ve tam tersine Şengal’e Irak ordusu girdi.

PKK, açıktan yaptığı Barzani ve KDP düşmanlığını biraz daha ince yöntemlerle yaptı. Ne Irak ne de YNK ile Erbil hükümetine karşı yaptığı ittifakı dağıtmadı.

Yani Güney Kürdistan’ın bu süreçten bir kazanımı olmadı…

Rojhelat açısından: Türk devleti ile PKK arasındaki “sürecin” doğu Kürdistan’a da bir katkısı olmadı gibi görülüyor. Oysa ki bu süreçte PKK Kuzey Kürdistan’ı bırakıp ağırlığı Rojhelet’a verecek ve İran ile koordineli hareket edecek.  Yani Rojhelat bu sürecin görünmeyen mağduru olacak.  Ve bu konu oldukça önemlidir.  Kürtlerin bu hususu yakından takip etmelidir.

Rojava açısından: En önemlisini sona bıraktık. Çünkü aslında bu “süreç” denen şey zaten Rojava’da Kürtlerin kazanım sahibi olmasını engellemek için yapılmıştı. Yoksa tam da Esat rejiminin devrileceği süreçte Türk devletinin aklına Öcalan’ı sahneye çıkarmış olması bir tesadüf değildir. Öcalan’ın beklenmedik biçimde sahneye çıkması Rojava’nın elini zayıflattı. Çünkü Esad rejimi ilk yıkıldığı zaman ki boşluk ortamında Kürtler daha etkili ola bilirdi. Öcalan, ha çözdük ha çözüyoruz, görüşme şu bu diyerek Rojava’ya ve Kürtlere zaman kaybettirdi. O zaman içinde de eski El Kaideci Ahmet Şara bir sürü ekonomik anlaşma şu bu yaparak kendini meşrulaştırdı. Zaten son BM toplantısı Şara’nın meşruluğunu onayladı.

Öcalan’ın “Rojava benim kırmızı çizgim” dediği ise külliyen yalandır. O söz Öcalan’ın 2013 yılında söylediği bir sözdür. Tam tersine Öcalan Rojava’yı tamda Türk devletinin istediği biçimde “İsrail’in Haşdi Şabi’si” olmakla suçluyor ve hiçbir şey talep etmemelerini istiyor.  Bu durumda Rojava’nın kaderi şuna bağlıdır. Rojavalı kadrolar eğer kendilerini Öcalan’dan koparırsa işler yolunda gider. Bunu yaparlar mı yapamazlar mı bunu da bir diğer yazıya bırakıyorum.

Sonuç olarak Öcalan ve Erdoğan’ın süreci Rojava’da Kürtlerin elini bir yıl önceye göre daha da zayıflattı.

Yani devlet ve PKK Kürtleri “Öcalan’ın özgürlüğü, ev hapsi, komisyon ile görüşmesi, silah yakma tiyatrosu” ile oyalarken Rojava’da pek de iç açıcı şeyler olmadı.

Bu dört parça için özetlediğimiz şeylerin bir yıllık totali şu anlama gelmektedir. Süreç dene şeyden Kürtlerin elinde kalan şey şudur: Sıfıra sıfır elde var sıfır.

Fakat iki kişi kazandı.

 Erdoğan; belki büyük kazanmadı fakat bir yandan içteki CHP başlıklı muhalefete operasyon yaptı ve en büyük rakibi İmamoğlu’nu ekarte etti. ABD ile tekrardan rotaya girdi, Trump yönetimi ile iyi bir bağ kurdu.  Kendini uluslararası alanda meşru ilan etti. Yani Erdoğan kazandı bir anlamda onun yönettiği Türkiye kendini toparladı.

Öcalan, diye biliriz ki bu süreçte en çok kazanan Öcalan’dır. Çünkü Öcalan’ın 1999 yılından beri boğazını yırtarak söylediği amaçları şunlardır:

  1. Ben ikinci bir Sevr’i engellemeye çalışıyorum
  2. Ortadoğu’da sınırların değişmesini engellemeye çalışıyorum
  3. Türkiye devletinin bölünmesini engellemeye çalışıyorum.
  4. Kürtlerin devlet olmasını engellemeye çalışıyorum.

Öcalan bu amaçlar içinde ilk üçünde başarılı olmuştur. Kürtlerin devlet olup olmayacağını ise birkaç yıl içinde göreceğiz. Fakat Öcalan Kuzey Kürtlerini Kürtlerin devlet olma sürecinden alı koydu ve Türk devletinin Ortadoğu kaosundan yıkılmadan çıkmasını sağladığı için başarılı oldu.

Ayrıca kendi kontrolünden çıkmış olan PKK’yi bir kez daha kanatları altına aldı. Ayrıca devletin yardımı ile kendini tekrar halkın gündemine koyup kendi egosunu tatmin etme şansı yakaladı.

PKK’den söz etmiyorum. Çünkü onlar yine Öcalan’a teslim olarak kendi kaderlerini Öcalan’a teslim ettiler. (Kaldı ki bu çok uzun bir konudur bunu da yazmak gerek)

Sonuç olarak Erdoğan-Türkiye ve Öcalan kazandı. Ama Kürtler kaybetti. Çünkü zaten bu denklemde Öcalan Kürtlerin yanında değil Türk devletinin yanındadır. Beraber kazanır beraber kaybederler. Eğer ikisi kazanırsa da Kürtler kaybeder. Aslında gerçek denklem budur.

Diğer Haberler