Halklar-PKK ve Gerçekçi Yüzleşmeler

Halklar-PKK ve Gerçekçi Yüzleşmeler

Geçmişte yaşanan acı olaylardan ders çıkaramadığımız için bugün benzer acıları yaşamaya devam ediyoruz. Hedef halklar ve hedef yapılma gerekçeleri değişse de, acıları yaşatan güç değişmiyor.

Devletin en büyük avantajı, halkları, inançları birbirine düşürerek kendisinin gerçekçi bir şekilde sorgulanmasını engellemektir.

Dün olduğu gibi bu gün de Devlet, halkları kandırabilmekte ve halklar, inançlar arasında güvensizlik yaratarak kendisini yeniden üretebilmektedir.

Son dönemde yaşanan olaylar ve bu olaylara yaklaşımımız, geçmişten ders çıkarmadığımızı ve hâlâ devletin kirli oyunlarına alet olduğumuzu gösteriyor…

Öcalan-Devlet arasında yapılan görüşmeler, verilen mesajlar ve yaşanan tartışmalar hem bu günü hem de bu günden bakarak geçmişi doğru anlamamıza katkı sunabilir…

PKK’nin bir Devlet Projesi/örgütlenmesi olduğu ve misyonunun da Kürdistan’daki ulusal dinamikleri yok etmek olduğunu ısrarla yazdık.

PKK, teorik ideolojik yapısıyla (Kürdlerin devletleşmesine karşıtlığı, Demokratik Cumhuriyet savunusu gibi…) bunu ortaya koyduğu gibi pratiğiyle de birçok somut olayda gerçek yüzünü gösterdi bu güne kadar.

PKK’nin şimdiye dek yaptığı eylemlerin yüzde doksanının sadece Kürdlere karşı yapılması da PKK’nin Kürd/Kürdistan düşmanlığını yeteri kadar gösteriyor.

PKK tabanının Kürd olması onu bir Kürd hareketi yapmaya yetmiyor. Bir hareketin Kürd hareketi olması, Kürdlerin Ulusal Hakları’nı savunmasıyla olanaklı olur ancak.

Bu gerçekliği dillendirirken PKK ve PKK’ye sıcak bakan herkesin hedefi olduk ve en ağır şekilde eleştirildik/tehdit edildik. Bu eleştiri sahipleri arasında PKK politikalarına sıcak bakan/katkı sunan Hıristiyan halkların (Süryani, Ermeni, Rum) politik temsilcileri de vardı.

PKK’nin tabanı genel olarak Kürd olsa da, farklı halklardan, inançlardan insanlar da PKK saflarında yer aldı/alıyor.

Aynı şekilde PKK’nin ideolojik şekillenmesinde ve karar merciinde de (özellikle Kemalist Türkler, Yalçın Küçük, Mihri Belli v.s.) her halktan ve inançtan insan vardı(r)).

PKK vasıtasıyla örgütlenen Kürdlerin ulusal potansiyeli HDK, (Halkların Demokratik Kongresi) adlı yapıya teslim edilerek açıkça devlete peşkeş çekildi. HDK, Kürdlerin Ulusal Hakları karşısında ve Kürdler adına politika üreten en son ve en etkili karar merciidir ve içinde en az söz sahibi olan da yine Kürdlerdir. HDK bileşenlerinin ortak amacı “Türkiye’nin Demokratikleştirilmesi”dir; ortak hedefleri de bir Kürd devletinin kurulmasına engel olmaktır. HDK’nin bir devlet örgütlenmesi olduğunu ortalama politik insanlar görebilirdi. Çünkü HDK, İmralı’dan gelen talimatlarla kuruldu ve İmralı’dan gelen her talimatın aynı zamanda devlet tarafından hazırlanmış talimatlar olduğu da artık biliniyor. Ama her nedense bu yapılanmaya kimse itiraz etmedi. Yani kimse devlet çıkarlarını savunan bir örgüte itiraz etmediği gibi, Kürdlerin ulusal potansiyelinin bu devletçi potada eritilmesinden de rahatsız olmadı.

Kürdlerle birlikte ezilen, sömürülen tüm kesimler HDK çatısı altında birleştirildikten sonra, elde edilen potansiyel sisteme zarar vermeyecek şekilde kontrol altına alındı. Bu kontrolü sağlayan ise, kendilerine sol, sosyalist diyen ama Kemalist Cumhuriyete mutlak şekilde bağlı olan kesimlerdi; yani devletin sadık elemanlarıydı. Bu durum, bir kez daha halkların, inançların ve ezilenlerin “halkların kardeşliği” söylemi altında kandırıldıklarının ispatıdır.

Devlet, katlettiği, asimile ettiği, soykırıma uğrattığı ve yok saydığı kesimlerin potansiyelinden yararlanarak kendisini restore etmeye çalışıyor. Yaşanan bunca acıya rağmen acıyı yaşayanların sistemin bir kanadını, sisteme rengini veren en katı, en ırkçı kanadını hâlâ “kurtuluş” olarak görmesi hüzün vericidir…

Öcalan’ın Kemalist devletçiliğinden rahatsız olmayan çevreler, Öcalan’ın Türk-İslam (AKP) devletçiliğinden rahatsız olmaya başladılar. Öcalan bir partinin/kanadın değil, devletin adamıdır. Bu nedenle devletleşen AKP saflarında yer alması şaşırtıcı olmadı bizler için. Aslolan Öcalan’ın devletçi kimliğine, rolüne karşı çıkmaktır; bir kanada yaslanmasına değil…

Öcalan’ın “İslam kardeşliği” söylemi devletçi rolünü açıkça ortaya koyarken, Sünni-İslam olmayan halkları/inançları da tedirgin etti. Bu tedirginlik ve tepkiler anlaşılırdır. Çünkü “İslam kardeşliği” vurgusu Sünni-İslam olmayan herkesin hedef olma veya dışlanma riskini taşıyor. Bu nedenle hem Hıristiyan halkların hem de AleviKürdler ile ÊzidiKürdlerin kaygılarını anlıyoruz. Ancak unutulmaması gereken nokta, Öcalan’ın bu söylemiyle birlikte dillendirilmeye başlanan Misak-ı Milli, bir ulus olarak tüm Kürdlerin Ulusal Hakları’nın satıldığıdır ve Kürdistan’ın parçalanmışlığını, işgalini kalıcılaştırmayı amaçlamasıdır. Bu nedenle, inancı ne olursa olsun Kürdlerin devletleşmesini savunan Kürdler herkesten çok etkilenmiş ve tarihi bir trajedinin, statüsüz kalmanın riski ile karşı karşıya kalmışlardır.

Bu gerçeklik orta yerde dururken, PKK ile Kürdleri özdeşleştirmek ve “Kürdler bizi sattı” gibi komik iddialarda bulunmak gerçekçi olmadığı gibi, Kürdlerin yaşadığı trajediyi hafife alarak önemsememektir de aynı zamanda.

Öcalan’ın devletçi kimliğini net olarak açığa vuran “2013 Newroz Mektubu”, öncelikle PKK saflarında yer alan ve Kürdlerin Ulusal Hakları’nı savunan insanları hayal kırıklığına uğrattı. Çünkü en fazla bedel ödeyen bu kesimdi ve emeklerinin boşa gittiğini, davalarının satıldığını görmek doğal olarak en çok bu çevreyi rahatsız etti.

PKK politikalarını savunan, HDK ile birlikte PKK politikalarının militanlığını yapan bazı çevreler de Öcalan-AKP yakınlaşmasından dolayı rahatsız oldular.

Rahatsız olan kesimler arasında HDK politikalarını onaylayan bazı Süryani, Ermeni, Rum, KürdAlevi v.s. politik aktörleri/grupları ve kendilerine “sosyalist” diyen çevreler de var.

Yapılan açıklamalarda ve sosyal paylaşım sitelerinde dile getirilen tepkilerde, Öcalan’ın son manevrası haklı olarak eleştirilirken aynı zamanda PKK-Kürdler özdeşliği kurularak tüm Kürdler de eleştirilere hedef olabiliyor…

Oysa PKK’nin son otuz yıllık politikalarına en sert tepkiyi veren bazı Kürd politik çevreleriyken, bu kesimler genel olarak PKK politikalarını sempatiyle yaklaştılar, katkı sundular ve aklamak için her yolu/söylemi denediler…

Son seçimlerde “halkların kardeşliği” adı altında PKK’yi en çok sahiplenen yine bu kesimler oldu.

Bugün meclisteki HDPgiller grubuna bakıldığında da her kesimden insanların PKK politikalarına destek verdiğini görmek mümkündür.

HDK içinde de bütün halklardan ve bütün inançlardan insanlar temsilci olarak yer alıyor ve bu bileşenlerin hepsi de Öcalan’ın tek muhatap olmasında canla başla çalıştılar/çalışıyorlar.

Devletin piyasaya sürdüğü ve farklı kesimler tarafından beslenerek büyütülen Öcalan en büyük darbeyi Kürdlere vururken, Öcalan’ın “Tanrılaştırılmasında” rol oynayanların “Kürdler bizi sattı” demesi tuhaf, tuhaf olduğu kadar da düşündürücüdür/çirkindir…

Bir kişi/grup ile bir halkı özdeşleştirmek ve bu özdeşlikten yola çıkıp bir halkı mahkûm etmeye kalkışmak bilimsel olmadığı gibi, gerçekliğin görülmesine ve sorunların çözülmesine de hizmet etmez…

PKK, 1999’dan itibaren açıkça Kürdlerin Ulusal Hakları’ndan vaz geçtiğini açıkladı ve sistemin Kemalist kanadı ile birlikte hareket etti. Sistemin en köklü faşist partisi CHP ile direkt, dolaylı ittifaklar kurarak Kemalist statükonun resmen bekçiliğini yaptı. Bu süre içinde sadece sistemin iç kavgasında figüranlık yapan PKK, Güney’deki Kürd kazanımlarına “emperyalizm uşağı” diye saldırdı ve istikrarsızlaştırmaya çalıştı. Suriye’de yine faşist Esad Rejimi yanında yer alarak sadece ve sadece Kürdlere saldırdı. Binlerce gerillayı bile bile ölüme göndererek sistem içi dengeleri bozmaya çalıştı. Muhalif Kürdleri öldürerek, tehdit ederek ve susturarak Kürdistan’da Kürdler üzerinde resmen terör estirdi.

PKK, Kürdlere yönelik bu çirkin politikaları hayata geçirirken ve devletin Kemalist kanadıyla içli-dışlı olurken sessiz kalanlar veya bu politikaları destekleyenler, Öcalan-AKP yakınlaşmasıyla uykudan uyandılar. Bu uyanış gösteriyor ki, bu kesimlerin sistemle değil, sistemin belli bir kanadıyla sorunu vardır sadece…

Düne kadar PKK-Devlet bağlantısını (Kemalist kanat ile) eleştirmeyen, dahası eleştiren bizlere saldıran bu kesimler, PKK-Devlet (Türk-İslam kanat ile) bağlantısını yeni eleştirmeye başladılar. Ama bu eleştiride hızlarını alamayıp bütün Kürdleri de PKK’ye suç ortağı yapmaya çalıştılar/çalışıyorlar…

Örneğin, Biz, hep PKK’yi eleştirdik ve bir Devlet Projesi olduğunu iddia ettik. Bu duruşumuza tepki gösterip PKK’yi yıllarca desteklediniz.

Destekleyenler, bu gün bizi de PKK ile birlikte anarak mahkûm etmeye çalışıyorlar. Bu örnek tek başına PKK-Kürdler özdeşliğini kurmanın yanlışlığını, handikabını göstermeye yetiyor.

PKK-AKP yakınlaşmasını eleştirenler ve haklı kaygılarını dile getiren bazı grup ve kişiler de, yukarıda değindiğimiz yanlışlığa düşerek PKK-Kürdler özdeşliğini kordu.

Gizli devletçilerin halklar adına konuştuğu, siyaset yaptığı ve tarihi olayları devlet lehine olacak şekilde çarpıttığı bir dönemde gerçekçi yüzleşmeler yapmalıyız. Gerçekçi yüzleşmeleri yapmadığımız sürece halklar arasında güven sağlayamayız ve halkların devlet politikasının bir parçası olmalarına engel olamayız.

Süleyman Akkoyun

Diğer Haberler