PKK’nin kendini fesih kararı tüm Kürtlerin desteklemesi gereken bir karardır. Bu karar ile Kürtlere yeni ve daha milli bir mücadele yapma şansı doğa bilir. En önemlisi de PKK’nin savaş-silah-şehit-direniş kavramları ile Kürtlerin duygusal ve düşünsel dünyası üzerinde yarattığı tahribat kırıla bilir.
Fakat PKK’nin toplum üzerindeki etkisi de kolay kolay kırılmayacak. Çünkü devlet PKK’nin kendini feshetmesini ve silah bırakmasını istiyor ama PKK’nin Kürtler üzerindeki kontrolünün bitmemesini istiyor ki PKK aracılığı ile Kürtleri kontrol etmeye devam etsin. Bunun için de Kuzey Kürdistan’da PKK dışında hiçbir siyasi hareketi istemiyor. PKK’de öncelikle PKK’nin üst düzey yöneticileri yarattıkları iktidarı elden bırakmak istemiyorlar. Öte yandan Türkiye’de, Avrupa’da vb yerlerde PKK’den hem siyasi hem ekonomik rant yiyen o kadar kadrosu ve çalışanları var ki onlarda PKK sisteminin devamını istiyorlar. Bunun içinde yeni süreçte Kürtler içindeki milliyetçi yükselişin yarata bileceği Kürt örgüt ve yapılarına karşı çok dostça yaklaşmayacaklarını öngere biliriz.
Yani PKK silah bıraksa bile Kürtlerin yakasını bırakmayacak…
Kürtler de bunun için hem PKK’yi doğru tanımlamak hem de PKK’nin son 40 yıldır özellikle de son 20 yıldır Kürtler içinde oturttuğu bazı kavramları yeniden sorgulamak zorundadır. Örneğin ihanet ve hain sözleri yerli yerine konmalıdır. Kürdistan’da gerçek hain kimdir…
İlk düğmeyi yanlış iliklemeyin
Bir gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklerseniz sona kadar yanlış iliklersiniz. PKK’nin ilk kuruluşundaki gerçekleri de yerli yerine oturtmazsanız ondan sonraki tüm PKK yorumlarınız da yanlış olur. Öncelikle PKK’nin ve Abdullah Öcalan’ın da masum olmadığını kabul etmek zorundayız. Bizler “PKK’yi devlet Öcalan’a kurdurdu” dediği zaman saldırıya uğruyoruz. Hem devlet saldırıyor hem de PKK. Tabi bir de halktan da tepki topluyoruz. Tabi dile koya, binlerce insan PKK adı etrafında hayatını kaybetmiş, bazı köylerden ve ailelerden 5-6 kişi çocuk yaşta PKK’ye gitmiş. Şimdi siz “Öcalan’ın baştan beri devletle ilişkisi var, Öcalan PKK’yi devletin desteği ile kurdu” deyince insanlar ya dahil oldukları sistemin yıkılmasından korkuyor ya da duygusal olarak böyle bir durum kaldıramıyor. Tepki gösteriyor. Oysa ki süreci yakından inceleyince birçok gerçek çok net olarak görülecektir. PKK’nin attığı her adım devlete yaramıştır.
PKK’nin bu karanlık tarihi aydınlatılmadan sadece güncel siyasi ve taktik yanlışlar üzerinden veya siyasi amaçlar üzerinden eleştirmek Kürt Ulusallaşmasına katkı yapmaz. Kürt uluslaşmasının önündeki en büyük engel Öcalan’ın liderliği ve örgütüdür. Kürt ulusallaşmasının tamamlanması için önce Öcalan adı etrafındaki sistem aşılmalıdır.
Bir iki tarihi bilgi ile PKK gerçeğini daha fazla aydınlata biliriz.
Türk devleti Kürtleri asimile edemedi
Türk devleti dediğiniz şey yüz yıllık bir olgudur. Şu anda bizim Türkiye’de gördüğümüz ve Türk diye tanımladığımız kişiler aslında Orta Asya’dan gelmiş Türki yapılar değildir. Türkiye’de Orta Asya kökenli gerçek Türk soylu diyeceğimiz kişilerin oranı yüzde 10’dur. Geri kalan yüzde 90 Lazlar, Rumlar, Ermeniler, Arnavutlar, Boşnaklar, Pomaklar ve diğer gayri Müslüm halklardan oluşmuştur. Bunların hepsi tamamen Türkleşmiştir, hatta büyük çoğunluğunda gönüllü bir asimilasyon vardır. Kürtlerin durumu ise çok farklıdır.
Kürtlere dönük asimilasyon ise sadece yeni Türkiye ile değil Osmanlı’nın son döneminde İttihat ve Terakki ile başlamıştı. Osmanlı sultanı Abdülhamid’in “Kürtleri kendi içimizde yoğurup, eritip, kendimize mal etmemiz lazım” sözü meşhurdur. Yani daha o zaman Kürtleri diğer halklar gibi eritemeyeceklerini biliyorlardı ve bunun yerine “Kendine mal etme” sözünü kullandılar.
Türk devleti kuruluşunda Kürtleri fiziki ve kültürel soykırıma tabi tutmak için uğraştı. 1938’den 1960’a değin Kürtlük sessiz sedasız duruyordu. Fakat Irak Merkezli değişikler ve Mele Mustafa Barzani’nin Rusya’dan Kürdistan’a dönüşü ve Kürtler için özerklik talep etmesi Kürt meselesini canlandırdı. Nüfusu en büyük ve dışarı açılma kapısı en fazla olan Kuzey’in radikal Kürtlük yapması Türkiye için büyük tehlikeydi. Tıpkı Abdülhamit’in dediği gibi Kürtleri yoğuracaklardı.
Kürtleri Türkiye’ye mal etmek için kullanılan 3 oluşum
İşte Türk devleti o zaman Kürtler için yeni bir politika devreye koydu. Kürtleri Abdülhamit gibi yoğuracaklardı. Bunun içinde Kürtler kullanıldı. Bunların görevi Kürtlerin sosyal yapısını tahrip edip, bir inanç etrafında Türkiye’nin bir parçası olmalarını sağlamaktı. 1970’ten sonra adım adım üç yapı harekete geçirildi:
1’incisi, PKK’idi. PKK sol söylemler ve radikal Kürt söylemleri ile Kürtleri etrafında topladı. Fakat k 47 yılın sonunda Kürtlere Türkiyelileşme amacını kutsal gösterdi.
2’incisi Hizbullah ve Hüd Par’dı. Bunlar 1980’lerle beraber Kürt toplumunu radikal İslam söylemi ile etraflarına topladılar ve ümmet söylemi üzerinden Kürtleri bağımsızlık çizgisinden uzaklaştırıp, Türkiye’nin bir parçası yaptılar.
3’üncüsü ise genel olarak Türkiye’de korucular başlığı altında toplayabileceğimiz devlet ile ilişkisi çok açık olan kesimdir. Bunların kendi pozisyonlarını meşru gösterecek sözlere sığınmadılar ve direk Türkiye’nin bir parçası olmayı kabul ettiler.
Hakkarili bir korucu başı Öcalan kadar zarar verebilir mi?
Bu üç kesime dışardan bakarsanız bunlar birbirine muhalifler hatta birbirlerinden kan döktüler. Fakat özünde her üçü de değişik söylemlerle aynı şeye hizmet etmiştir: Türkiyelileşmeye… Bunun için de bunların hiçbirinin bir diğerine Kürtlük dersi verme lüksü yoktur. Hiçbirinin bir diğerine hain deme diyecek pozisyonu yoktur. Tabanları bi haber olsa da üç harekette Türkiye’nin istikbali için hazırlanmışlardır. Özellikle de PKK’nin kendini pir u pak diğer tüm Kürtleri hain ilan ettiği teorik ve paradigmal düzen bu tarihi çerçevede iflas etmiştir.
Geçtiğimiz günlerde DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan çıkıp “Çatışmalar bittiğinde korucuları işsiz bırakmayacağız. Elindeki silahı al, ver sopayı, köyde hayvan baksın” demiş. Yanlış anlaşılmasın biz hiçbir korucu ve devlet yanlısı gücü ne aklarız ne de savunuruz. Ama eğeriye eğri doğruya doğru. Kürdistan’daki koruculardan daha büyük hainler var.
Hiç kimse kusura bakmasın ama Şırnak veya Hakkari’deki bir korucu başı Öcalan kadar Kürt mücadelesine zarar vermemiştir. Hiçbir bir korucu başı Öcalan kadar Kürt gençlerini öldürmemiştir. En azından korucu başı lokaldir, hiçbir ideolojiyi yayıp kafa karıştırmamıştır, neyse odur. Korucunun kim olduğu, ne olduğu, bu işi ne kadar maaşla yaptığı bile bellidir. Öcalan’ın ise gizli koruculuktur. Koruculuğa en iyi maskeyi giydirmiştir. Öcalan örgütlü ve maskelenmiş bir korucudur. Evet Öcalan mahkemede, binlerce safya savunmalarında “Türk devletinin birliğini, Misakı Milli sınırlarını koruyoruz” diye kendini paraladı. Türk devletini korumaya çalışan herkes korucudur.
Kürt Uluslaşmasına engel olan, kendini Türk ulusunun parçası gören herkes bir çeşit korucudur
Bir korucu başı çıkıp diyor televizyonlarda diyor ki “Evet biz Kürdüz, ama biz Türk devletinin vatandaşıyız, ülkemizi koruyoruz”
Öcalan bakın 1999 yılındaki mahkemesinde ne söyledi: “Ulus olarak da Kürtler, Türk ulusal bütünlüğü içerisindedir; ancak ayrı kültürü ve dili olan bir unsurdur.”
Yani her ikisi de “Kürtlerin ulus olmadığın ve Türk ulusunun bir parçası olduğunu” söylüyorlar. Aynı noktadırlar. Aynı şeye hizmet ediyorlar.
Ve işin kötü tarafı Köy koruculuğu bir günde lağvedebilirsiniz. Fakat Öcalan’ın sözde devrimci koruculuğunun insan zihninde yarattığı tahribatı yıllarca tedavi edemezsiniz.
Bunun için Öcalan bir korucudan daha tehlikelidir. Çünkü organize olmuş, ideolojikleşmiş ve kitleselleşmiş bir koruculuk biçimidir.
Kürtler elinde silah alarak devlet korucusu olanı da, mahkemede çıkıp “devletime hizmet etmek istiyorum” diyen Öcalan’ı da, elinde kalem sağda solda Kürtleri Türk ulusunun bir parçası haline getirmek için yazan çizen sözde aydınları da ret etmelidir.