Suriye İçin Yeni Bir Süreç mi Başlıyor?

Suriye İçin Yeni Bir Süreç mi Başlıyor?

8 Aralık 2024 sabahı, dünya haber ajansları “Suriye’de Esad rejimi çöktü” manşetleriyle sarsıldı.

O günden bu yana yaklaşık dokuz ay geçti ve Suriye, belirsizlikler, çatışmalar, katliamlar ve yeni aktörlerin yükselişiyle dolu bir döneme girdi.

Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) öncülüğündeki güçler, Şam’ı ele geçirerek de facto bir yönetim kurdu. Liderleri Ahmed el-Şaraa (nam-ı diğer Colani), diğer silahlı gruplarla ittifak yaparak bir geçiş kabinesi oluşturdu. Ancak bu yeni yapı, kısa sürede beklenmedik bir şiddete ve istikrarsızlığa yol açtı. Azınlıklara yönelik katliamlar, uluslararası baskılar ve etnik talepler, Suriye’nin geleceğini yeniden sorgulatıyor.

Tam bu karmaşada, eski rejim generali Manaf Tlass gibi isimler, alternatif bir vizyonla gündeme geliyor. Peki, bu gelişmeler yeni bir süreci mi işaret ediyor?

Esad rejiminin çöküşü, HTŞ’nin hızlı ilerleyişiyle gerçekleşti! Grup, Şam’ı ele geçirdikten sonra Ahmed el-Şaraa‘yı de facto lider ilan etti. Başlangıçta “ılımlı” bir görüntü çizen yönetim, diğer terör örgütleriyle ittifak kurarak bir kabine oluşturdu. Ancak bu “taze gelin” gibi başlayan süreç, hızla kanlı bir yüze büründü. Nakit sıkıntısı ve uluslararası desteğin sınırlı olması, yönetimi zorlarken, Suudi Arabistan gibi Körfez ülkeleri devreye girdi: Üç aylık memur maaşlarını karşılayacaklarını taahhüt ettiler ve bazı ekonomik ambargoların kaldırılması için çaba gösterdiler.

Türkiye, Suriye’yi kendi mandası yapması ve Suriye’deki Kurd oluşumun statü sahibi olmaması için aktif rol oynuyor. Özellikle 11 Mart 2025’te, Mazlum Abdi (SDF komutanı) ve Ahmed el-Şaraa arasında imzalanan 7 maddelik anlaşma, Türkiye ve Abdullah Öcalan kozunu kullanarak, elde ettiği bir üründür. Anlaşma, Kürt güçlerinin Suriye ordusuna entegrasyonunu, azınlık haklarını ve ateşkesini öngörüyordu. Ancak Dürziler ve ardından Müseyrilerin nasıl bir Surîye sorusuna verdikleri “bağımsızlık ve Federal statü” cevapları, Mazlum Evdi ile Ahmed Al Şara arasındaki anlaşmayı geçersiz kıldı.

Fransa ise “yeni Suriye” inşası için diplomatik girişimlerde bulunurken, İsrail sınır güvenliği gerekçesiyle baskı yapıyor: “İslamcı bir terör örgütünün sınırlarımda devlet kurmasına izin vermem” diyor.

HTŞ yönetiminin “merkezi Arap Cumhuriyeti” vaadi, kısa sürede barbarlıkla lekelenmeye başladı. İlk hedef, Aleviler (Müseyriler) oldu. Mart 2025’te, Latakya ve Tartus’ta yüzlerce Alevi sivil –kadın, çocuk demeden– katledildi. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) ve Amnesty International’a göre, bu saldırılarda 1.500’den fazla kişi öldü; birçok köy yakıldı ve yağmalandı.

Şaraa, sorumluluğu reddetse de, intikam dalgası olarak nitelendirilen bu olaylar, yeni yönetimin kontrolsüzlüğünü ortaya koydu.

Bu katliamların hemen ertesinde gelen Mazlum Abdi anlaşması, geçici bir rahatlama sağladı. Ancak şiddet durmadı. Temmuz-Ağustos 2025’te, Dürzilerin yoğun yaşadığı Süveyda (Sümeyra) şehri ve çevresi hedef alındı. Hükümet güçleri ve Bedevilere bağlı milisler, Dürzilere karşı saldırılar düzenledi; yüzlerce sivil öldürüldü, köyler yakıldı. SOHR, 1.000’den fazla ölüm rapor ederken, Reuters ve BM uzmanları, infazlar, tecavüzler ve etnik temizlik iddialarını doğruladı.

İsrail, hava saldırılarıyla müdahale ederek katliamı durdurdu ve HTŞ güçlerini bölgeden çekilmeye zorladı.

Bu olaylar, azınlıkları ayağa kaldırdı. Dürziler, kendi bölgelerinde bağımsızlık ilan etti. Aleviler ise “federasyon” modelini savunmaya başladı. Kürtler hâlâ sessiz; ne istedikleri belirsiz. “Merkezi olmayan demokratik Suriye” gibi soyut kavramlar etrafında dönüyorlar, ancak SDF’nin entegrasyon anlaşması, pragmatik bir adım olarak görülüyor.

Eleştiriler ve tepkiler, Şaraa yönetimine yönelik yoğunlaşıyor; uluslararası toplum, azınlık haklarını koruma baskısını artırdı.

Manaf Tlass, Eski Rejimden Yeni Alternatife:

Tam bu kaosun ortasında, dünya basını yeni bir figürü gündeme getiriyor; Manaf Tlass.

Bu, alternatif bir liderlik arayışının sinyali. Tlass, Esad rejiminin elit birimi Cumhuriyet Muhafızları‘nda albaylık yapmış, Beşar Esad‘ın çocukluk arkadaşı ve istihbarat elemanıydı. Babası Mustafa Tlass, Hafız Esad döneminde (1972-2004) Savunma Bakanı olarak Sünni kesimi temsil eden güçlü bir aileden geliyordu.

1980’lerde askeri akademiyi bitiren Tlass, 104. Tugay’ın istihbarat sorumlusu oldu. 2011 iç savaşında, Rastan ve Dera gibi bölgelerde muhalefetle diyalog kurmaya çalıştı, tutukluları serbest bırakmak için çaba gösterdi. Ancak rejimin şiddet ısrarı üzerine, Haziran 2012‘de görevden alındı ve Temmuz’da 23 subayla Türkiye’ye kaçtı. Bu, rejime ilk büyük darbe olarak Batı’da selamlandı. Tlass, sivillere yönelik şiddeti “ülkeyi cehenneme sürüklemek” olarak nitelendirdi ve ailesiyle Paris’e yerleşti.

2025‘te, Esad’ın düşüşünden sonra Tlass yeniden gündeme geldi. ABD ve Avrupa’da, demokratik geçiş için muhalefet görüşmelerinde yer aldı. Arab Center Washington gibi kaynaklar, Rusya bağlantıları nedeniyle “geçiş rolü” oynayabileceğini belirtiyor.

 Eylül 2025’te, HTŞ lideri Şaraa ile güç birleştirmeye hazır olduğunu ifade etti, ancak İsrail’le normalleşmeye karşı çıktı. Sebeb olarak “şimdi erken” dedi.

Doruk noktası, 13 Eylül 2025’te Sciences Po Üniversitesi’nde (Fransa-Lübnan Topluluğu davetiyle) yaptığı konuşma.

Tlass, Şaraa’yı “kâğıttan kaplan” olarak nitelendirdi. Bu, Fransa’ya “Yeni Suriye’nin inşasına adayım” mesajıydı.

ABD, onu Sünni ve laik temsil için “potansiyel yönetici” görüyor; Körfez ülkeleri (Suudi Arabistan, BAE) HTŞ alternatif olarak destekliyor.

Ancak Tlass’a yönelik eleştiriler, rejim geçmişine odaklanıyor, ama, “ellerinin kana bulaşmadığı” iddiası savunuluyor.

Sonuç olarak önümüze çıkan soru; istikrarsız Bir Gelecek mi, Yeni Bir Başlangıç mı?

Suriye, HTŞ’nin defacto rejiminden azınlık katliamlarına, uluslararası anlaşmalardan alternatif lider arayışlarına uzanan bir girdapta. Tlass gibi isimler, laik ve kapsayıcı bir model sunarak umut verse de, etnik gerilimler ve dış müdahaleler (Türkiye, Fransa, İsrail, ABD) süreci karmaşıklaştırıyor. Kürtlerin belirsizliği, Dürzilerin bağımsızlık talebi ve Alevilerin federasyon çağrısı, merkezi bir devleti zorlaştiriyor.

Suudi desteği ve ambargo hafifletmeleri ekonomik rahatlama sağlasa da, adalet ve azınlıkların sorunu sağlıklı bir federal Surîye ile kendi kendilerini yönetme hakkı koruması sağlanmadan kalıcı barış uzak bir ihtimaldir.

Suriye için yeni bir süreç başlıyor mu? Belki; ama bu yol, kanla lekelenmiş bir yolda ilerliyor. Gelecek, diplomatik dengelere ve iç uzlaşmaya bağlı.

Diğer Haberler