Bir halkı “Kürdlük adına” köleleştirmenin adıdır Öcalan/PKK…

Bir halkı “Kürdlük adına” köleleştirmenin adıdır Öcalan/PKK…
Bu köleleşmenin en somut göstergelerinden biri de “Amara tapınağına” yapılan “hac” ziyaretleridir. Kuşkusuz ki Amara’ya yönlendirilen cahil kitleler değil, Bir soytarıyı “kurtarıcı” olarak halka sunan devlet, okur-yazarlar, politik aktörler ve bir sıfat için kendini satan siyaset tüccarlarıdır. Bir yandan özgürlük, demokrasi naraları atılırken diğer yandan Abdullah Öcalan’ın köyü bir mabede çevrilerek Ortaçağ’a özgü gericilik/tapımcılık teşvik edildi. İcat edilen “doğum günü” dolayısıyla halk Amara’ya yönlendiriliyor ve ilkel tapınma törenleri düzenlenerek “Tanrı” kutsanıyor.
Abdullah Öcalan’ın evinin bulunduğu Halfeti’ye bağlı Ömerli (Amara) köyünde yapılan organize tapınma törenleri, Ortaçağ karanlığını aratmayan görüntülere sahne oluyor.
Bu ilkel, ilkel olduğu kadar da onur kırıcı görüntülere yakalanan halk “cahillikle” suçlanarak her zaman olduğu gibi işin içinden çıkılmaya ve gerçek sorumlulara dokunulmamaya çalışıldı.
Oysa soytarıdan “Tanrı” yaratanlar halktan insanlar değil, politikada her yolu mubah gören ahlaksız politikacılar, kalemi kiralık yazarlar, aydın geçinen ve halkı etkileme gücü olan cambazlardır.
Soytarıdan nasıl “Tanrı” yaratıldığına bakmadan, hazırlık aşamasını görmeden sonuca bakanlar sadece zavallı halkı görüyor ve en kestirme yoldan halkı “cahillikle” suçlayıp işin içinden çıkıyorlar. Bu yöntem, ‘cahillerden olmadıklarını varsayarak’ hem var olmalarını sağlıyor hem de zarar verebilecek gerçek suçlulara dokunmadan kendilerini güvenceye almalarını sağladığı için en “uygun” yöntemdir; ama asla ahlaki ve insani değildir!
Bu tapınma törenleri için çok önceden hazırlık yapan PKKgiller, her yerleşim yerindeki sorumlulara talimat vererek “insanları toplayıp getirin” talimatı veriliyor. Talimatı alan kişiler, ne yapıp edip istenilen sayıda insanı toplayıp götürmek zorunda hissediyorlar kendilerini.
Çünkü nemalandıkları yapının gözüne girmenin yolu, talimatlara uymaktan geçiyor. Talimatı alan sorumluların hiçbir kişiliği, onuru kalmamıştır. Zaten kalsaydı şimdiye dek PKK/HDP içinde yer almazlardı ve bu ilkel, iğrenç törenler için insanları kandırıp oraya götürmezlerdi.
Alt yapısı olmayan Amara’da, kanalizasyon işlevi gören foseptik çukurları yüzeye çok yakındır; her köy gibi…
Toprağı alıp öpen, yiyen ve hatıra diye evlerine götüren insanlar aslında foseptik çukurundan bulaşan karışıma “kutsallık” atfetmiş oluyorlar. Daha açık bir ifadeyle, insan dışkısıydı “kutsal” sayılan…
Soytarıyı “lider” yapanlar, dışkıya da “kutsallık” yüklemiş oldular…
Bu utanç verici, onur kırıcı, ilkel ve mide bulandırıcı tapınma törenleri, bir halkın en önemli sorunudur. Bu duruma düşürülmüş bir halkın özgürlüğünden söz etmek halkla dalga geçmektir.
Genel olarak Kürd basını ve okur-yazarları bu önemli konuyu “önemsiz” buluyor olacaklar ki değinme gereği bile duymuyorlar.
Bu utanç verici, insanı aşağılayıcı vahim durum ortadayken, onlar daha önemli(!) konularda ahkâm kesmeye devam ediyorlar; politik tahlillerde bulunuyorlar, bir halkın geleceğinden ve özgürlüğünden söz ediyorlar ve Ortadoğu’yu yeniden şekillendiriyorlar…
Başta Kürd potansiyeline atanmış yönetici misyonerler olmak üzere, devlet yetkilileri keyiften dört köşe olmuş bir halkın tükenişini zevkle izliyorlar. Biliyorlar ki bu duruma düşürülen bir halkın sistemi rahatsız etme şansı kalmamıştır…
Amara’da halka “dışkıyı” kutsatanlar/yedirtenler ile Cizre, Yeşilyurt Köyünde halka dışkı yedirten devlet arasında, halkı aşağılama noktasında hiçbir fark yoktur. Hatta Amara’daki çok daha ağırdır. Devlet halka zorla dışkı yedirirken, işgalci, faşist özünün gereğini yapıyordu; Amara’da bu çirkin görevi yerine getirenler ise “özgürlük” adı altında halkın “gönüllü” olarak bu duruma düşmesini sağlıyorlar.
Devlet, baskısını, işkencesini, insanlık dışı (dışkı yedirme) uygulamasını yaparken zora başvurduğu için halkı düşkün duruma düşüremiyor(du) ama Amara’da halk “gönüllü” olarak dışkıyı “kutsadığı” için düşkünleştirilmişti…
Bu düşkünlüğün sorumluları, halkın beynini boşaltarak düşünme yetilerini elinden alan ve boşalttıkları alana “kutsal” bir soytarıyı yerleştirenlerdir kuşkusuz.
Kimler bu suçu işledi?
Başta devlet suçludur; Öcalan’ı piyasaya sürdüğü ve Kürdlere “lider” diye pazarladığı için…
Öcalan’ın devlet bağlantısını bildiği halde bunu dillendirmeyen Kürd politik çevreleri, yazar-çizerleri, düşünebilen bireyleri suçludur…
Öcalan ailesinin üyeleri olan ve ailenin genel yapısını temsil eden (yani evrim sürecini tamamlamamış olan) Fatma’nın elini öpenler; Mehmet’i PM üyeliğine, Dilek ve Ömer’i de milletvekili seçtirenler suçludur…
Öcalan’ın kirli ilişkilerini gölgede bırakan ahlaki çöküntüsünü bildiği halde “düzeyli, yapıcı eleştiri söylemine sığınarak” teşhir etmeyenler, sapıklığı meşrulaştıranlar suçludur…
Öcalan’a “Sayın” deme yarışına girenler suçludur…
İradelerini Öcalan’a teslim edenler suçludur…
Her şeye rağmen hâlâ PKK’yi bir “özgürlük hareketi” olarak gören ve PKK politikalarını aklayanlar suçludur…
“Neden hep PKK’yi eleştiriyorsunuz” diye sitem edenler suçludur…
Başta Ertuğrul Kürkçü, Levent Tüzel, S.S Önder olmak üzere, kendilerine “sosyalist” diyenler suçludur…
Bir halka yapılabilecek en ağır hakaret olan “gönüllü dışkı kutsama” törenlerine en sert tepkiyi göstermeyenler, bu konuyu işleme gereği duymayanlar, sessiz kalanlar suçludur…
Hepiniz Yeşilyurt köyünde halka dışkı yediren Binbaşı Cafer Tayyar Çağlayan ya da onun emrindeki askerlersiniz aslında…
TC temsilcisi Cafer Tayyar Çağlayan’ın faşizm adına zorla yaptığını, siz “özgürlük” adına gönüllü yaptırdınız…
Amara’da dışkı yiyen halk değil, sizsiniz…
Süleyman Akkoyun