Yahudi Dünya Kongresi ve Radikal İslamcılarla Temasın Yarattığı Meşruiyet Krizi

Yahudi Dünya Kongresi ve Radikal İslamcılarla Temasın Yarattığı Meşruiyet Krizi
Yahudi Dünya Kongresi’nin (WJC) Başkanı’nın en radikal cihatçı figürlerden biriyle aynı karede yer alması, yalnızca güncel diplomatik bir gaf olarak görülemez; bu durum, tarihsel hafıza, etik sorumluluk ve politik meşruiyet bağlamında derin bir kırılmayı ifade etmektedir. Ortadoğu’da yaşayan Kürtler, Aleviler, Dürziler ve Hristiyanlar gibi azınlık topluluklar için bu tablo, hafızalarda açılmış yaraların yeniden kanatılması anlamına gelmektedir. Zira bu toplulukların temsilcileri, kendi cellatlarıyla yan yana gelmiş olsalar nasıl bir “ihanet” suçlamasıyla karşılaşacaklarsa, Yahudi liderliğinin sergilediği bu davranış da Yahudi tarihine ve kimliğine aynı ölçüde zarar vermektedir.

Holokost’un deneyiminden geçmiş, antisemitizmin en ağır biçimlerine tanıklık etmiş bir milletin küresel temsilciliğini üstlenen WJC’nin, cihatçı örgütlerin sembolik liderleriyle temas kurması, tarihsel olarak da derin bir çelişkidir. 20. yüzyıl boyunca Yahudiler, “Nazilerle işbirliği” olarak yorumlanabilecek en küçük temasları bile kendi varoluşsal güvenliklerine tehdit olarak değerlendirmişlerdir. Bugün de Hamas gibi ideolojik olarak Yahudi kimliğini hedef alan örgütlerle verilen fotoğraflar, bu hafızanın tersyüz edilmesi, düşmanın meşrulaştırılması anlamına gelmektedir.

Bu noktada temel sorun, etik olduğu kadar stratejiktir. WJC Başkanı’nın attığı adım, cihatçı örgütlere uluslararası düzlemde görünürlük ve meşruiyet kazandırmaktadır. Diplomatik nezaket veya “zorunlu diyalog” argümanlarıyla savunulmaya çalışılsa bile, bu tür temaslar fiilen radikal şiddet aktörlerinin siyasallaşmasına hizmet etmektedir. Nitekim tarihsel olarak benzer hataların sonuçları açıktır: 1930’larda Nazilerle masaya oturan Batılı liderler, bu temasları kısa vadeli bir diplomasi olarak görmüş, fakat uzun vadede tarihe utanç vesikaları bırakmışlardır. Bugün cihatçı örgütlerle kurulan ilişkiler de benzer bir “ahlaki çöküş” olarak kayda geçmektedir.

İsrail’in güvenlik doktrini açısından bakıldığında da bu tür bir fotoğraf, ciddi bir stratejik hata niteliğindedir. İsrail, uzun yıllardır bölgede cihatçı gruplara karşı Kürtler, Hristiyan azınlıklar ve laik Arap topluluklarıyla örtük veya açık ittifak arayışındadır. Bu ortaklıklar, “radikal İslamcılığa karşı ortak kader” anlayışına dayanıyordu. Oysa WJC Başkanı’nın tutumu, “İsrail bile cihatçılarla aynı masaya oturabiliyor” algısını güçlendirerek, Ortadoğu’daki azınlıkların İsrail’e duyduğu güveni zedelemiştir. Bu, yalnızca sembolik değil, aynı zamanda jeopolitik sonuçları da olan bir kırılmadır.

Burada çarpıcı bir çelişki ortaya çıkmaktadır: Eğer Kürtler, Aleviler, Dürziler veya Hristiyanların temsilcileri Hamas liderleriyle tokalaşarak kamuoyu önünde bir fotoğraf verselerdi, Yahudi çevreleri bunu hiç şüphesiz “ihanet” ya da “ahlaki çöküş” olarak nitelendireceklerdi. Çünkü Hamas ideolojisi, yalnızca İsrail devletini değil, doğrudan Yahudi milletinin varlığını hedef alan antisemitik bir düşmanlığa yaslanmaktadır. Yahudi toplumu, böyle bir görüntüyü asla “diplomatik zorunluluk” diye mazur görmez, bunu kendi acılarının inkârı olarak değerlendirirdi.

Şimdi şu soru kaçınılmazdır: Madem ki Yahudiler, kendi varlıklarını hedef alan güçlerle en ufak bir temasın bile meşruiyet kazandıracağını ve tarihsel hafızalarına ihanet olacağını biliyorlar, o halde WJC Başkanı nasıl oluyor da en radikal cihatçılardan biriyle aynı fotoğraf karesine girebiliyor? Bu soru, yalnızca bireysel bir gafı değil, Yahudi kurumlarının hafıza, etik ve politika üçgeninde yaşadığı krizi de ifşa etmektedir.

Yahudi Dünya Kongresi Başkanı’nın bu tercihi, Yahudi milletinin tarihsel trajedisinden çıkarılması gereken derslerle çelişen bir adımdır. Bu adım, hem Yahudiliğin onurunu zedelemiş hem de Ortadoğu’nun ezilen azınlıklarının güvenini sarsmıştır. Bu durum, yalnızca Yahudiler için değil, tüm mazlum milletler için moral bozucu ve yıkıcı bir örnek teşkil etmektedir. Tarihsel sorumluluklarını unutan bir liderin attığı bu yanlış adım, gelecekte hem Yahudi toplumunun kendi hafızasında hem de uluslararası ilişkilerde ağır bir utanç vesikası olarak kalacaktır.

Hüsamettin Turan

Diğer Haberler