İttihat ve Terakki’den Bugüne: Devam Eden Zihniyet

İttihat ve Terakki'den Bugüne: Devam Eden Zihniyet

Tarihsel bilinç, geçmişte yaşanmış olayların bilgisine sahip olmak ve bu bilgileri “hikâyeci” bir tarzda insanlarla paylaşmak değildir.

Geçmişi bilmenin tarihsel bilince dönüşmesi için; geçmişin bugün ve yarınla ilişkisini/etkileşimini, farklı zamanlarda meydana gelen olaylar arasındaki bağıntıları, toplumsal koşullardaki değişim ile birlikte tarihsel devinimin yönünü de görmeyi gerektirir.

Tek tek olayların bir araya getirilerek sağlıklı bir değerlendirmeye tabi tutulması, tarih bilincine dönüşmesi için olayların dışavurumunu sağlayan toplumsal olguların bilinmesini zorunlu kılar.

Tarihsel bilinç, bu günden geriye giderek geçmiş olayları sağlıklı değerlendirme olanağı verdiği gibi, geçmiş olaylardan hareketle bugünü de sağlıklı bir şekilde değerlendirmemize olanak sağlar ve geleceğin neler getirebileceğine dair de ipuçları verir.

Türkiye’de kurumları ve bu kurumları şekillendiren zihniyeti yıpratmamak/korumak adına nasıl ki, birileri yıllardır “çürük yumurtalar” hikâyesine başvuruyorsa, PKK de can simidi olarak “çürük yumurtalar” hikâyesini hep kullandı.

İttihat-Terakki’nin son dönemleri, pragmatizmi ilke edinenlerin “dost-düşman” ikileminde sürekli yer değiştirebileceğini, egemen devletlerin ikiyüzlü politikalarını ve “yeni” diye sunulanın eski zihniyeti günümüze kadar nasıl taşıdığını göstermesi bakımından çarpıcıdır.

Aynı şekilde PKK’nin geldiği son noktayı da doğru değerlendirebilmek ve bulunduğu karmaşık ilişkiler ağında kime-neye hizmet ettiğini anlayabilmek için, İttihat-Terakki’nin son dönemlerine göz atmakta yarar vardır.

Örneğin;

a-Talat paşanın istifası ve yerine İzzet paşa hükümetinin geçmesi sürecinde yapılan pazarlıklar sonucu dört İttihatçının yeni kabinede görev alması. Bunlardan ikisi Talat Paşa’nın direkt kontenjanındandı.

b-İstanbul işgali ile birlikte İttihatçılara yönelik operasyonların ve peşinde yargılamaların başlaması. Bu yargılamalarda en önemli nokta, Ermeni ve diğer gayri Müslimlere karşı tehcir ve soykırım yapıldığının mahkemelerce teyit edilmiş olmasıydı kuşkusuz. Bu nedenle de Boğazlayan kaymakamı Mehmet Kemal, Ermeni soykırımından suçlu bulunarak idam edilir.

c-Yargılamaların ani bir kararla durdurulması, İttihatçıların Malta sürgünü süreci, Alman hayranlığından İngiliz hayranlığına dönüşme esnasında yapılan pazarlıklar ve İttihatçıların eski görevlerine geri dönmesi/döndürülmesi, Cumhuriyet döneminde de üst düzey görevlerde bulunmaları.

d-İngiltere ile yakınlaşmadan sonra, Malta sürgünlerinden ikisinin Türkiye’nin Londra Büyükelçiliğine atanması da ilginçtir. Aynı şekilde Ziya Gökalp gibi bir İttihatçının Cumhuriyetin ideologu olması da başlı başına dikkat çekicidir.

e-Mustafa Kemal’in Padişah’ın en yakın/güvenilir adamı olduğu ve İngiliz çıkarlarını korumak için Samsuna gönderildiği gerçeği de, kendisine yüklenmeye çalışılan “Anti emperyalistlik” misyonun da ne kadar ısmarlama olduğunun göstergesidir.

Bu ve benzer veriler birlikte değerlendirildiğinde,

İttihat-Terakki’nin sadece bazı “çürük yumurta”ları harcadığı/harcamak zorunda kaldığı;

Efendi değiştirerek Almanya’nın yerine İngiltere’nin uşaklığını yapmaya başladığı; “anti-emperyalist, ulusal kurtuluş mücadelesinin” bir hikâye ve senaryodan ibaret olduğu;

Çokça övünülen cumhuriyetin Emperyalist bir proje olarak varlık kazandığı;

İttihat-Terakki’nin zihniyet olarak varlığını hâlâ koruduğu ve güçlü bir desteğe sahip olduğu;

Günümüzde yaşanan iç hesaplaşmaların da İttihatçı zihniyetin farklı kanatları arasında geçtiği ve gerçek bir demokrasi isteminden uzak olduğu rahatlıkla söylenebilir. Türkiye’de İttihat-Terakki karşıtı ve demokrasiden yana olduğunu iddia eden insanların en büyük çıkmazı, “İttihat-Terakki” ile köktenci bir tarzda ve tek tek bireyleri aşan/kapsayan hatta onların rolünün de önemli ölçüde belirleyicisi olan sistemin kendisiyle hesaplaşmaktan kaçınmalarıdır.

Sistemle köktenci bir hesaplaşmadan kaçınmanın nedeni ise, İttihat-Terakki zihniyetiyle olan düşünsel bağın hâlâ koparılmamış olmasıdır. Bu düşünsel bağın en güçlü ve aynı zamanda temel olan halkası ise “Türk-İslam” tekçiliği/egemenliği ve bu egemenliğin yumuşatılmış bir tarzda devam ettirme özlemi/isteğidir.

Bugün de demokrasi havarisi kesilenler, İttihatçı zihniyetin (silahlı kuvvetler, Kemalistler gibi…) baskılarına, tehditlerine maruz kalmasına karşın sistemin/zihniyetin kendisine yönelme cesareti gösterememektedirler.

Bu çekingenliğin başta gelen nedenleri, demokrasi talebi ile cesaret arasındaki zorunlu bağı görmemeleri;

Demokrasiyi herkes için ve evrensel niteliğiyle sindirememiş olmaları;

Sistemin temel taşlarını yerinden oynatmadan “çürük yumurta” olarak gördükleri belli bir kesimi etkisiz hale getirmeyle sorunların çözülebileceğine olan yanılsamalı inançları ve en önemlisi de İttihatçılarla/Kemalistlerle olan “Türk-İslam”a dayalı düşünsel akrabalıklarıdır.

İttihatçı zihniyetin klasikleşmiş komplolarının hedefi olan kesimler; kurumsal düzeyde sorumlu olan ordunun kendisine yönelmekten hep kaçındılar, bilinen uzlaşmacı, ikircikli ve “ordumuz zarar görmesin” mantığına sığınıldı.

Bu çevrelerin komploya dair, “ordu içine sızmış birileri, ordunun itibarını zedeleyen birileri gibi” yaklaşımları sisteme göbekten bağlı olmalarıyla açıklanabilir ancak.

Soykırımlarla, katliamlarla, talanlarla, darbelerle, komplolarla ve her türlü insanlık dışı uygulamalarla özdeşleşmiş bir orduyu kurumsal olarak aklama çabası, kendilerine yönelmediği sürece tüm bu suçlardan rahatsızlık duymadıklarının, dahası onayladıklarının göstergesidir. Tıpkı 1915 soykırımının ve Kürdlerin ulusal-demokratik taleplerinin insanlık dışı yöntemlerle bastırılmasının ilgili çevrelerce onaylanması gibi.

Böyle bir orduya, “Muhammed’in ordusu, Peygamber ocağı” gibi yakıştırmalar yaparak olumlayanların, aradaki “düşünsel akrabalık” bağlarını koparması beklenemez. Ve bu akrabalık bağı koparılmadan da gerçek anlamda bir demokrasiden söz etmenin gerçekçi, inandırıcı olamayacağını artık görmeleri gerekiyor.

Komplolara karşı demokratik tutum, Orduyu kurumsal düzeyde sorumlu görmek ve yargılamaktı. Bunu yapabilmek için de, İttihat-Terakki’den miras kalan ve günümüzde hâlâ etkisini sürdüren tekçi, ırkçı, baskıcı, inkârcı “Türk-İslam” anlayışını mahkûm etmek/aşmak gerekiyor.

Hem Öcalan’ın şahsen, hem de Öcalancıların sıklıkla dile getirdiği, “önderliğin yaratıcılığı, bir halkı yoktan var etme” gibi artı olarak görülen tüm kazanımların Öcalan hanesine yazılmasına hep tanık olduk. Öcalan ve Öcalancıların “tek belirleyici lider” söylemleri olmasa da, başından beri Öcalan’ın partide egemen olduğu, tüm kararlarda onun imzasının bulunduğu, farklı her yaklaşımın varlık kazanmadan yok edildiği biliniyor.

Bugün bile “Cezaevinde olmasına rağmen” legal ve illegal tüm alanlarda ve alınan/uygulanan tüm kararlarda belirleyici olduğu bir sır değildir artık.

Birkaç “çürük yumurta” ile geçiştirilmeyecek kadar önemli ve hayati bir sorunla karşı karşıyayız. Sorunu sadece Öcalan şahsına indirgememek, Öcalan’ın da, PKK’nin de bir parçası olduğu sistemi/zihniyeti bir bütün olarak değerlendirmek gerekiyor.

Özellikle de PKK’den ayrılanların kendi dönemlerini aklama ve “benden sonra tufan”, “her şey doğru sadece Öcalan yanlış” anlayışından sıyrılmaları, kendilerini de kapsayan süreci bir bütün olarak görmeye çalışmaları yararlı olacaktır. Bazı olaylara tanıklık etmiş olmaları tarihsel bilince sahip oldukları anlamına gelmez. Sorunu sadece Öcalan şahsına indirgememek, Öcalan’ın da, PKK’nin de bir parçası olduğu sistemi/zihniyeti bir bütün olarak değerlendirmek gerekiyor. Ayrılanlar PKK tarihine bir ışık tutmak istiyorlarsa öncelikle PKK ile olan duygusal ve düşünsel bağlarını koparmaları gerekiyor. Aksi bir tutum PKK’nin birkaç “çürük yumurta” söylemi etkisini sürdürmeye devam edecektir.

Türkler İttihat-Terakki zihniyetinden kopmadığı ve sistemi bir bütün olarak sorgulamadığı sürece, gerçek anlamda demokrasi ile tanışma olanağı bulamazlar.

Aynı şekilde Kürdler de, PKK sistemini bir bütün olarak sorgulamadan, tekçi, diktatoryal ve bireyi hiçe sayan anlayışı mahkûm etmeden, gerçek özgürlüğe ulaşamazlar.

Anlaşılan İttihatçı M.Kemal’i yeni diye piyasaya süren ve “kurtarıcı” olarak benimseten zihniyet, bu geleneğin Kürd versiyonuna da gerek duymuş.

Benzerlikler, yaratılmaya çalışılan “kutsallıklar”, “çürük yumurtalar”, egemen zihniyete karşı çıkanların/çıktığını sananların sistemi bir bütün olarak görmedeki isteksizlikleri.

Bu kadar benzerlik insanı hem rahatsız, hem de tedirgin etmelidir.

Süleyman Akkoyun

Diğer Haberler