Manipülasyonun Kurd Milletini Yoksayma Boyutu!

Kurd ve Kurdistan Sorununda “Yeni Paradigma” Dayatması ve Gerçek Çözüm Üzerine Bir Değerlendirme:
Türkiye’de 2024 sonu ve 2025 başından itibaren Devlet Bahçeli’nin “terör başı Meclis’e gelsin, silah bırakma çağrısı yapsın” önerisiyle yeniden ısıtılan “çözüm-barış süreci”, özünde Kurd milli varlığını inkâr ve tasfiye stratejisinin güncellenmiş bir versiyonudur.
Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan servis edilen son mesajlarında öne çıkarılan “demokratik ulus”, “demokratik konfederalizm”, “subjektif demokrasi”, “subjektif entegrasyon” gibi kavramlar, sosyolojik gerçekliği olmayan, tamamen semantik manipülasyon araçlarıdır. Bu kavramlar, Kurdleri politik bir özne olmaktan çıkarıp, Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısı içinde “kültürel farklılık” düzeyine indirgeyerek eritmeyi hedefleyen yeni bir asimilasyon projesidir.
- Bu kavramlar neden Karşılıksızdır?
“Demokratik ulus” kavramı, ulusun klasik tanımını (ortak dil, tarih, kültür, toprak ve irade birliği) yok sayar ve yerine “iradi birlikte yaşama” gibi soyut bir formül koyar. Bu, Kurd milli kimliğini nesnel bir gerçeklik olmaktan çıkarıp, Türk devletinin iznine bağlı subjektif bir “tercih” haline getirir.
“Demokratik konfederalizm” ise, devletsiz bir yapı gibi sunulurken, pratikte Kurdlerin siyasal egemenlik talebini tamamen ortadan kaldırır; yerel yönetimlerin güçlendirilmesi adı altında, merkezi Türk devletinin egemenliğini pekiştirir.
“Subjektif entegrasyon” ve “subjektif demokrasi” ifadeleri ise sosyolojik literatürde hiçbir karşılığı olmayan, tamamen İmralı-Türk devleti ortak yapımı uydurma terimlerdir. Amaç, Kurdlerin kolektif hak talebini bireyselleştirip, Türk vatandaşlığı içinde eritmektir. Bunun da sosyolojik karşılığı Kurdler için asimilasyon, dejenerasyon ve entegrasyondur.
Bu kavram seti, 1930’ların “Türklük sözleşmesi” söylemini 2020’lerin neo-Osmanlıcı-liberal diline çevirmekten başka bir şey değildir.
Kemalizm’in “tek millet, tek dil, tek bayrak” hedefi, bugün “demokratik ulus” ve “birlikte yaşama iradesi” ambalajıyla yeniden ambalajlanmış ve kurdlere sunulmaktadır.
Türk Devletinin Stratejik Hedefleri
Türk devleti, 2015’ten beri sürdürdüğü topyekûn savaş politikasıyla Kurd milli hareketini askeri olarak yenemeyeceğini anlamıştır. Güney Batı Kurdistan’daki defakto özerklik, Güney Kurdistan’daki federal yapı ve Doğu Kurdistan’daki direniş, Kurd milli bilincinin geri döndürülemez olduğunu göstermiştir. Bu olgulara siyasal olarak Ortadoğu’nun yeniden dizaynı ve bölgesel gelişmelerin Kurd milli direnişi üzerindeki etkilerini de hesapladığımız zaman; bu koşullarda Türk devleti, askeri çözümsüzlüğü politik çözümsüzlükle telafi etmeye çalışmaktadır:
PKK’nin silah bırakması ve örgütün tasfiyesi
Kurd milli kimliğinin “Türkiyelilik” içinde eritilerek, Türkleştirilmesi.
PKK’nin legal partisi DEM Partisi ve ardıllarını sistem partisi programı içinde iktidar ortağı haline getirilmesi.
Güney Batı Kurdistan’ı Türkiye’nin güvenlik şemsiyesine alınması ve özerk statüsünün tasfiyesi.
Öcalan’ın “silah bırakma çağrısı” karşılığında sunulan ise, birkaç kültürel hak kırıntısı ve yerel yönetimlerde sınırlı yetki artışıdır. Yani, 19. yüzyıl sonu Osmanlıcı politikaların 21. yüzyıl versiyonu: “Kürtler vardır ama millet değillerdir, vatandaşlık bağı içinde eşit bireylerdir.” gerçeğinin ta kendisidir.
Gerçek Çözüm: Ulusun Özneleşmesi
Kurd ve Kurdistan sorunu, bir “terör sorunu” ya da “kalkınma sorunu” değil, klasik bir milli sorundur. Çözümü de milletlerin kendi kaderini tayin hakkı ilkesinde yatar. Modern millet sosyolojisi açısından bir topluluğun “millet” sayılabilmesi için gereken nesnel ve öznel koşullar Kürtlerde fazlasıyla mevcuttur:
Ortak dil (Kurmancî, Soranî, Zazakî lehçeleriyle Kürtçe)
Ortak tarih ve kültür.
Komşu dört devletin işgali altında ortak bir yazgı
Ortak toprak (Kürdistan coğrafyası)
Ve en önemlisi: “Biz ayrı bir milletiz” bilinci ve iradesi!
Dolayısıyla doğru program şu ilkeler etrafında şekillenmelidir:
- a) Kurd milletinin varlığının ve kendi kaderini tayin hakkının tanınması
b) Türkiye’nin işgali altında bulunan Kuzey Kürdistan’da self-determinasyon hakkının kullanılabilir hale getirilmesi (bağımsızlık, federasyon ya da konfederasyon; tercih Kurd milletine ait olmalıdır)
c) Asimilasyon politikalarının (anadilde eğitim yasağı, köy, kasaba, ve dağ-taş isimlerinin değiştirilmesi, Kürtçe üzerindeki baskılar vb.) derhal sona erdirilmesi
d) Siyasi tutsakların serbest bırakılması ve Kurd milli hareketinin legal siyaset yapabilmesinin önünün açılması
e) Güney Batı Kurdistan’ın özerk statüsünün tanınması ve Türkiye’nin işgal politikalarına son vermesi
“Barış” Dayatması mı, Ulusal Kurtuluş mu?
Bugün “yeni paradigma” adı altında sunulan süreç, Kurd milletini Türk devletinin içinde eritme projesidir. Bu proje, 1920’lerden beri farklı versiyonlarla denenmiş ve her seferinde başarısız olmuştur. Çünkü Kurd milleti, zorla ya da semantik oyunlarla eritilemez.
Kurd milletının önüne konulan seçenek şudur:
Ya “demokratik ulus” palavrasıyla Türk devletinin eşit olmayan vatandaşları olarak asimilasyon, dejenerasyon ve entegrasyona tabi tutulmanın devamı; ya da milli varlığını ve iradesini ortaya koyarak, kendi devletini ya da özerk yapısını kurma mücadelesi.
Tarih, ulusal sorunların “entegrasyon” ya da “birlikte yaşama iradesi” masallarıyla değil, ezilen milletin kendi kaderini tayin hakkı temelinde çözüldüğünü göstermiştir. İrlanda, Norveç-İsveç, Çekoslovakya örnekleri bunu kanıtlar. Kurd milletinin da başka bir yolu yoktur. Gerçek barış, Kurd milletinin özneleşmesiyle mümkündür; Türk devletinin “yeni paradigma”sıyla değil.




