Devlet ile olan organik bağını ve devlete hizmet noktasındaki kararlılığını(!) çok iyi bilen Türk yazarları, ısrarla Öcalan’ı “Kürdlere lider” olarak pazarladılar/pazarlıyorlar. Bu kirli pazarlamayı yaparken devlet politikalarını/çıkarlarını “Öcalan’ın görüşü” diye halka yutturmaya çalışırlar. Öcalan’ı ve “görüşlerini” yücelten bu yazarlar, Kürdlerin ulusal taleplerine incelikli bir düşmanlık yapmayı hiç ihmal etmediler/etmezler. Bu yazarlar İmralı’da olup-biteni çok iyi biliyorlar. Çünkü direkt devletin birer sözcüleri gibidirler.
Devletin sözcüsü konumundaki bu yazarlar aynı zamanda Kürd politik çevrelerini ve okur-yazarlarını da etkiliyorlar ve onlardaki Öcalan algısını da belirlediler/belirliyorlar. Bu nedenle Kürd politik çevreleri/okur-yazarları ve analistleri süreci doğru okumadıkları gibi olası gelişmeleri de göremediler/göremiyorlar ve her şey olup-bittikten sonra var olanı dillendirmeye çalıştılar/çalışıyorlar sadece.
Oysa politik analiz sadece var olanı tanımlamak değil, aynı zamanda ve en çok da olacakları değerlendirerek olumsuzluklara karşı doğru tutumun ne olduğunu ve ne yapmak gerektiği noktasında önerilerde bulunmaktır da.
Devlete/Hükumete yakın bazı yazarların, “Öcalan, İmralı’dan ayrılmak istemiyor çünkü suikasttan çekiniyor” sözleri yaşanan rezaleti özetlemeye yetiyor. Bu konuda Kürd politik çevrelerinin söyleyemediğini devletin sözcülüğünü yapan “yazarlar” dillendiriyorlar. Bu gerçeğin dillendirilmesi, PKKgillerin yönetimlerine açık bir mesajdır aslında. Bu mesajda ‘tabanınızı “Öcalan’ın özgürlüğü” hikayeleriyle kandırmanıza yardımcı oluyoruz ama bazen haddinizi aşıp devletin otoritesine karşı pervasızlaşıyorsunuz. Bu tutumunuz tabanın kontrolden çıkmasına neden oluyor. Öcalan gönüllü olarak İmralı’dadır ve MİT ile birlikte devletin bekası” için canla başla çalışmaktadır. Bu gerçeği dillendirdiğimizde bitersiniz. Bitmek istemiyorsanız fazla ileri gitmeyin ve “danışıklı kavgada” haddinizi aşmayın. Yoksa işbirlikçi önderiniz ile birlikte hepinizin taşeronluğunu/devlet memurluğunu halka anlatırız’ uyarısı vardır…
Politik bir söylemi/eylemi, söyleyenin/yapanın geçmiş politik yaşamından/duruşundan ayrı değerlendirmek ve söz konusu söylemi genel tablodan soyutlayıp tek başına ele almak zorunlu olarak yanlışa götürür…
2011-14 yıllarında “ev hapsi ve öz savunma” gücü gündeme geldiğinden beri ısrarla bir noktaya dikkat çekmeye çalıştık ve bu konuda yazılanlar arşiv(ler)de mevcuttur hâlâ.
Dikkat çektiğimiz nokta, Öcalan’ın dışarı çıkma gibi bir isteğinin olmadığı, İmralı’da kendisini güvencede hissettiği idi.
Çünkü görünmeyen “Tanrılar” her zaman “insan biçimli Tanrılardan” daha çok kitleleri etkilediğini ve “vahi”lerin de her zaman gerçek konuşmadan daha çok kitleleri etkilediğini iyi biliyorduk.
Tüm siyasi yaşamı sömürgeci devletlerden birinin istihbaratının kanatları altında geçen Öcalan, Kürdistan’da, Kürd halkı içinde yaşayacak cesarete sahip değildir. Öcalan birçok avukat görüşmelerinde “güvenlikle” ilgili endişelerini dile getirmişti.
İşin düşündürücü ve utanç verici yanı ise, yıllardır gönüllü olarak İmralı’da devlete hizmet eden Öcalan’ın kirli misyonunun hâlâ Kürd politik çevrelerince gerektiği kadar dillendirilmemesidir.
Hafıza sorunu yaşayan ve okuma tembeli olan bu insanlar, Öcalan’ın ‘görüşme notlarını’ takip etme zahmetine katlansalardı, söylediklerimizin birincil dayanağının Öcalan söylemleri olduğunu görürlerdi.
Ne Öcalan serbest kalmak istiyor ne de devlet Kürdlerin Öcalan denetiminden çıkmasını istiyor. Yaşanan kördüğümün temel sebebi iki tarafın da çözüm istememesidir/çözümsüzlükte ısrar etmeleridir.
Evet Öcalan dışarıya çıkmak istemiyor. Çünkü Kürdlere verdiği zararlardan dolayı, Kürdlerin onurlu kesimleri tarafından cezalandırılacağını çok iyi biliyor Öcalan. Bu nedenle devletin güvencesinde/korumasında kalmak istiyor.
Sanıldığı ve yansıtıldığı gibi Öcalan “tutsak” falan da değildi(r))! Dahası İmralı’da MİT elemanlarıyla/meslektaşlarıyla gözden ırak konforlu bir yaşam sürdürerek “Kürdlere asrın kölelik halkasını” takmak için devletine hizmet etmektedir.
Yıllardır yaşanan rezaleti ısrarla yazıyoruz. Artık aptal insanların bile görebildiği gerçeği görmek istemeyen, gördüğü gerçekliği dillendirme cesareti olmayan Kürd politik çevreleri ise hala korunaklı/risksiz sularda balık avlama hayallerinden vazgeçmiş değildirler.
Bu gerçeği dillendirmeyen, dahası yaşanan rezaleti aklayan bütün politik çevreler de en az Öcalan kadar pisliğe batmış durumdadır. Yasal parti kurup “devlet istiyoruz” diyen ama Öcalan’ın dergahından ayrılmayarak asrın ihanetini meşrulaştıranlar da devlet güvencesinde yaşamak zorunda kalacaklardır. Çünkü ödenen bunca bedelden sonra Kürdleri “ehlileştirerek 2. Lozan’a mahkum eden” tüm politik