Soytarıların görevi Kral’ı eğlendirmek, iyi vakit geçirterek sıkıntısını gidermektir.
Soytarıda performans düşüklüğü yaşandığında hemen soytarının çimdikçileri devreye girerek soytarıyı kendine getirir ve onu motive ederek tekrar Kral’ı eğlendirmesi sağlanır…
Soykırımcı, Katliamcı, işgalci ve faşist yapısına karşın kendisini yeniden üretme becerisi gösteren devlet en büyük Kral’dır kuşkusuz.
Kürdlerin yüz yılı aşkın Ulusal Mücadelesi’ni HDK (Halkların Demokratik Kongresi) adlı yapıya hapseden devlet, ezilen, sömürülen tüm halkları, sınıfları da bu yapıya katarak kendisine muhalefet edecek güç bırakmadı.
Bu muhalif(!) yapı, devletin bayrağıyla, sınırlarıyla, resmi dili ve tekçi anlayışıyla bir sorununun olmadığını, dahası faşistlerin, işgalcilerin hayalini süsleyen Misak-ı Milli’yi savunduklarını açıkladıklarında bazı kesimler şaşırdı. Oysa soytarının (Öcalan) talimatıyla kurulan bu yapının Kral’a (devlete) zarar vermesini beklemek çocukça bir saflıktı. İmralı’dan gelen talimatlarla adım adım kurulan HDK’nin mimarı olan soytarının sorgulanmasını engellemek için “Tanrılaştırılması” gerekiyordu.
Bir soytarıdan “Tanrı” yaratma konusunda uzman olan devlet, İttihatçı geleneğin temsilcilerini devreye sokarak işe koyuldu. Doğu Perinçek, Yalçın Küçük, Mihri Belli ve benzerleri vasıtasıyla soytarıdan bir “Tanrı” yaratıldı ve söylediği her saçmalık “Kutsal” bir söylem olarak tercüme edilerek kitlenin beyni uyuşturuldu.
Soytarının soytarı olduğu görülmeye başlandığında ise, yeni nesil çimdikçiler devreye girerek tekrar onu “Tanrı” katına çıkarmak için çırpınmaya başladılar.
Bu çimdikçilerden Ertuğrul Kürkçü, Sırrı Süreyya gibileri de soytarının aslında bir “Tanrı” olduğunu incelikli bir şekilde işlediler…
Ertuğrul Kürkçü, MİT tarafından hazırlanan, “İslam Kardeşliği” adı altında Kürdlerin Ulusal Hakları’nın 2. Bir Lozan ile tarihin derinliklerinde unutturmayı amaçlayan sömürgeci zihniyeti alkışlamakla kalmadı, bu “büyük” projenin soytarıya ait olduğunu pişkince söyleyebiliyordu.
İmralı’ya gitmek için devlete yaranma yarışına giren HDPgiller, Erdoğan’dan ziyaret izni almak için adeta çırpındılar, yalvardılar.
Bilindiği gibi uzun süre kimseyi Adaya göndermeyen devlet, Öcalan’ı mum gibi yaptıktan ve MİT’in sözcülüğünü üstlenmesini sağladıktan sonra görüşmelere izin verildi.
Kimin İmralı’ya gideceğine ve nelerin konuşulup konuşulmayacağına karar veren devlet iken, bu sürecin Öcalan tarafından başlatıldığını söylemek açıkça yalan söylemektir. PKKgiller açıkça yalan söylerken, soytarının bir “Tanrı” olduğunu da kurnazca, sinsice işlemeyi ihmal etmiyorlar.
Çimdikçilerden biri sürecin başlatıcısı olarak gördüğü Öcalan’ın hamlesini, “Güneş tutulmasına benzetiyorum. Güneş tutulması ayın dünyanın ve güneşin aynı hizaya geldiği bir ansa, o anı kaçırmamanız gerekir. Yoksa güneş tutulması geçer gider. Öcalan da sabırla inatla bu anı bekledi. Hükümet’in durumu, bölgesel olarak Kürt halkının durumu, içeride direnişin durumu, birbiriyle denkleştiğini gördüğü an yeni süreci başlattı” dedi vakt-i zamanında…
Diğer biri de, “Sayın Öcalan kendisinden bahsetmeyi fazlaca sevmeyen bir insan. Bu tür detaylara ve kendi konumuna dair çok az şey söylüyor. Genel itibarıyla sağlıklı, dinç ve muazzam bir muhakeme yeteneği var.” Açıklaması yapabiliyordu…
Öcalan’ın gelişmiş egosu hastalık derecesinde iken ve her söze “ben” diye başlayıp “ben” diye bitiriyorken “kendisinden söz edilmesini sevmiyor”demek açıkça yalan söylemektir…
Kürkçü ve Önder türü çimdikçiler için aslolan devletin bekasıdır. Bu nedenle de, Kral’ı memnun etmesi için soytarıyı çimdikliyorlar ve ‘aman rehavete kapılıp Kral’ı eğlencesiz bırakma’ diyorlardı…
Soytarının Kral’a hizmet edebilmesi için “Tanrı” muamelesi görmesi gerekiyordu. Bu noktada yaşadığı motivasyon eksikliğini gidermek işini de Kürkçü ve Önder gibi çimdikçiler yerine getirdiler.
Devletin soytarısı yine şaşırtmadı ve TC’nin 100 yıllık politikalarının yılmaz savunucusu olduğunu bir kez daha ispatladı.
“Tarihi” denilen açıklamasında Öcalan, her şeyi İsrail ve Batı Emperyalizmi’ne bağlayarak sömürgeci, işgalci devleti resmen akladı ve bundan sonra bu devletin hizmetinde olması gerektiğine işaret etti.
“Demokratik modernite”yi kutsayan Öcalan, her zamanki gibi Kürdlerin devletleşmesini “lanetli” bir talep olarak mahkûm etti…
Öcalan’ın açıklaması, farklı yorumlanmayacak açıklıktadır. Umarız ki birilerinin gözü açılır ve PKK’nin bir Kürd hareketi olmadığı, devletin piyasaya sürdüğü bir taşeron örgütlenme olduğu gerçeğini görürler ve buna uygun bir tavır alırlar…
Bu kirli, danışıklı ve çirkin savaşın bitmesi olumludur kuşkusuz. Kürdistan’da yeni bir dönem başlıyor ve bu dönemde artık taşeron örgütlenmeler, MİT gözetiminde büyütülen şişirilmiş soytarı liderler yer almayacaktır.
Soytarının MİT Merkez Binası’ndan canlı olarak katıldığı PKK’nin 12.Kongresine ‘Perspektif’ başlığı altında sunduğu ihanet belgesinin ‘sızdırılması’ tam bir trajediye sahne oldu. Bir soytarının bir halkı nasıl kandırdığına, nasıl sattığına tanıklık etti Kürdler.
Özet olarak soytarı;
Ulus devlet, yani Kürd devleti olmamalıdır;
Türkiye’nin birlik ve bütünlüğü korunmalıdır;
Artık devlete karşı silahlı mücadele olmamalıdır;
Türkiye ve diğer sömürgeci devletlerle Kürdlerin bir sorunu yoktur; tek sorun emperyalistlerdir/İsrail’dir:
Yeni ve büyük bir Türkiye yaratmak için hizmete hazırım…
Evet devlet açısından bakıldığında bu tarihi bir adımdır ama Kürdler açısından tarihi bir trajedidir kuşkusuz…
Ez cümle;
Tüm pisliklerine rağmen ayakta kalmaya devem ettiği, kendisini yeniden ürettiği ve tüm kesimlere onaylattığı için en büyük Kral devlettir…
Bir halkı açıkça sattığı halde hala “ulu önder” muamelesi gördüğü ve devlete açıkça hizmet etmeye devam edebildiği için de en büyük soytarı Öcalan’dır kuşkusuz.
Soytarıdan “Tanrı” yaratan ve soytarının kaybolan motivasyonunu sürekli yenileyen Kürkçü, Önder ve benzerleri de görevlerini layıkıyla yerine getiren çimdikçilerdi(r)…
Tarih, Kral’ı da, soytarıyı da, soytarının çimdikçilerini de yargılayacaktır…
Süleyman Akkoyun