Kürtçe Müzik Dinleyen Aileye Polis Şiddeti: Devlet Terörü ve Kültürel İnkârın Somut Yüzü

Kürtçe Müzik Dinleyen Aileye Polis Şiddeti: Devlet Terörü ve Kültürel İnkârın Somut Yüzü

Türkiye’de Kürt halkına yönelik süregelen asimilasyon politikalarının en belirgin boyutlarından biri, Kürtçeye karşı uygulanan sistematik baskı ve kriminalizasyon sürecidir. İstanbul’da, hamile bir kadın ve çocuk da dahil olmak üzere aynı aileden 19 kişinin sadece Kürtçe müzik dinledikleri için polis tarafından durdurulup darp edilmesi ve gözaltına alınması olayı, devlet terörünün ve etnik kimliğe yönelik sistematik baskının somut bir örneğidir. Polis şiddeti sonucu hastaneye kaldırılan hamile kadın, acil sezaryenle doğum yapmak zorunda kalmış, doğan bebek ise erken doğum nedeniyle yoğun bakımda tutulmuştur. Bu olay sadece bireysel bir hak ihlali değil, aynı zamanda devletin kurumsallaşmış bir şiddet mekanizması aracılığıyla kültürel kimliği hedef alan devlet terörüdür.

Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası insan hakları sözleşmeleri, bireylerin etnik, dilsel ve kültürel kimliklerini koruma yükümlülüğünü açıkça ortaya koymaktadır. Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin (ICCPR) 27. maddesi, azınlıkların kültürel haklarını korurken; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) de dilsel ve kültürel ifadeye ilişkin hakları güvence altına almaktadır. UNESCO’nun Kültürel İfadelerin Çeşitliliği Sözleşmesi (2005) ve Birleşmiş Milletler Azınlık Hakları Bildirgesi ise kültürel ve dilsel hakların korunmasını teşvik etmektedir. Buna rağmen Türkiye’de Kürtçe, eğitim ve resmi dil statüsü olmadan maruz kaldığı baskılarla kriminalize edilmekte, kamusal alanda serbestçe kullanılması engellenmektedir.

Bu tür uygulamalar, devlet tarafından azınlık halklarının kimliklerini ortadan kaldırmaya yönelik sistematik bir inkâr politikasının parçasıdır. Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) ve İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) gibi kuruluşların raporlarında, Türkiye’de etnik kökenli gruplara yönelik ayrımcılık ve özellikle Kürtlere yönelik hak ihlallerinin yaygınlığı vurgulanmaktadır. Bu raporlar, Kürt halkının dil, kültür ve kimlik temelli haklarının ihlal edilmesinin yanı sıra bu ihlallerin devlet kurumları eliyle sistematik biçimde gerçekleştiğine işaret etmektedir.

Dilin kriminalize edilmesi, sadece bireysel özgürlüklerin ihlali anlamına gelmez; aynı zamanda o dili konuşan kolektif kimliğin varlığının tehdit edilmesidir. Kürtçeye yönelik bu tahammülsüzlük, kültürel soykırımın yumuşak biçimleriyle örtüşen uygulamalara işaret etmektedir. Bu kapsamda, sadece bireylerin anadilde eğitim veya kültürel üretim hakkının kısıtlanması değil, bu kimliğin ifade edildiği tüm alanlarda—medya, sanat, müzik ve günlük yaşamda—yapılan baskı ve şiddet devletin inkâr ve imha siyasetinin parçası olarak görülmelidir.

Özellikle kadınların ve çocukların devlet şiddetine maruz kalması, çok boyutlu insan hakları ihlallerini beraberinde getirmektedir. Hamile bir kadının polis şiddeti sonucu erken doğuma zorlanması, yalnızca fiziksel bir travma değil; aynı zamanda psikolojik, sosyal ve toplumsal düzeyde de uzun vadeli etkiler doğurmaktadır. Bu durum, hem bireysel hem de kolektif mağduriyetin derinleşmesine yol açmaktadır.

Türkiye’de çokdilli ve çok kimlikli yapının resmi olarak tanınmaması ve devletin bu yapıyı baskı altında tutması, eşit vatandaşlık ve demokratik çözüm söylemlerinin gerçekliğini ortadan kaldırmaktadır. Bu söylemler, Kürt halkının kimliğini yok sayan ve haklarını bastıran rejimin meşruiyetini sağlamaya yönelik yüzeysel ifadeler olarak kalmaktadır. Hakikaten demokratik ve barışçıl bir ortam ancak halkların kültürel ve dilsel haklarının anayasal düzeyde tanınması, korunması ve geliştirilmesi ile mümkün olabilir.

Toparlayıcı olursak, İstanbul’da yaşanan bu vaka, sadece Kürtçe müzik dinleyen bir ailenin yaşadığı adaletsizlik değil; Türkiye’de Kürt halkına yönelik sürdürülen devlet terörünün ve kültürel inkâr politikalarının çarpıcı ve trajik bir yansımasıdır. Bu durum, uluslararası hukuk normları ve insan hakları ilkeleri çerçevesinde açık bir ihlal teşkil etmekte, adalet talebinin ve hafıza mücadelesinin önemini bir kez daha ortaya koymaktadır. Kürtçe susturuldukça, adalet de susturulmaktadır.

Hüsamettin Turan

Diğer Haberler