“Demokratik Ulus” Paradoksu: Türklüğün 21. Yüzyıl Güncellemesi mi, Kürtsüz Bir Ulus-Ötesi Proje mi?

“Demokratik Ulus” Paradoksu: Türklüğün 21. Yüzyıl Güncellemesi mi, Kürtsüz Bir Ulus-Ötesi Proje mi?

21. yüzyılda ulus-devletin krizine verilen tepkilerden biri, ulusal sınırların ötesine geçen, kimlikleri yatay ve eşit temsille yeniden tanımlamayı amaçlayan post-nasyonalist söylemlerin yükselişidir. “Demokratik ulus” kavramı da bu söylemlerden biridir. Yüzeyde çoğulculuğu, eşitliği ve kapsayıcılığı savunur görünse de Türkiye özelinde bu kavramın işlevi oldukça farklıdır. Burada demokratik ulus, etnik homojenlik politikalarıyla inşa edilen Türklük kimliğinin daha esnek ama özünde aynı olan bir güncellenmesi şeklinde karşımıza çıkar. Kavram, Kürtlerin tarihsel ve siyasal taleplerini tanımaktan çok, bu talepleri erteleyen ve görünmezleştiren bir ideolojik sis perdesine dönüşmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan bu yana “ulus”u Türklükle özdeşleştirmiş ve bu bağlamda tüm yurttaşları Türk olarak tanımlayan bir anlayışı kurumsallaştırmıştır. Bu anlayış, Kürtlerin varlığını önce inkâr, sonra asimilasyon ve güvenlikçi söylemlerle bastırma politikalarına zemin hazırlamıştır. 20. yüzyıl boyunca onlarca isyan, yasak, sürgün ve katliamla bastırılan Kürt halkı, 1990’lardan itibaren hem bölgesel hem küresel düzeyde yeniden ulusal hak ve siyasal statü talepleriyle sahneye çıkmıştır. Bu yükselişe karşı geliştirilen “demokratik ulus” yaklaşımı, paradoksal biçimde bu talepleri tanımayı değil, onları görünmez kılacak şekilde yeni bir söylem üretmeyi hedeflemektedir.

Demokratik ulus kavramı, teorik düzlemde yurttaşlık temelinde bir birliktelik önerse de, pratikte “ulus olma” hakkını sadece egemen ulusa tahsis eden bir çifte standardı içinde barındırır. Örneğin Türk kimliği anayasal düzeyde tanımlanmış, siyasal bir kolektif varlık olarak meşrulaştırılmışken, Kürt kimliği halen kültürel bir çeşitlilik düzeyinde anılmakta ve siyasal bir özne olarak tanınmamaktadır. Bu eşitsizlik yapısal bir sorundur ve demokratik ulus kavramı bu yapıyı değiştirmemekte, yalnızca daha kapsayıcı bir dille maskelenmesini sağlamaktadır.

Kürtler açısından temel mesele ulusal kimliğin varoluşsal bir hak olarak tanınmasıdır. “Kürt kimliği” yalnızca folklorik, kültürel veya dilsel bir özellik değildir; tarihsel kolektif hafızası, yurt coğrafyası, dili, direniş deneyimi ve siyasi iradesiyle bir ulus gerçeğidir. Bu bağlamda, “hem başka bir ulusun yurttaşı olmak hem de kendi başına ulus sayılmak” gibi çelişkili bir konum, yalnızca teorik değil, ontolojik bir imkânsızlık yaratır. Doğada hiçbir varlık hem kendisi olup hem de başkasının parçası olamaz. Bu çelişki, Kürtlerin “ulus” değil, “kimlik” olarak tanımlanmasıyla derinleşmektedir.

Demokratik ulus modelinin içerdiği temel sorunlardan biri, siyasal talepleri zamana yaymak, onları muğlaklaştırmak ve anayasal düzlemden uzak tutmaktır. Bu yaklaşım, halkların eşitliğini yalnızca teorik düzeyde savunurken, pratikte bu eşitliği fiilen tanımayı reddeder. Oysa bir halkın kendi geleceğini tayin etme hakkı, Birleşmiş Milletler belgelerinde de belirtildiği gibi evrensel bir haktır. Kürt halkının bu hakkı, başka bir ulusun sınırları ve tanımları içinde “eşit yurttaş” olarak kalmakla değil, kendi kolektif iradesini özgürce ortaya koyabileceği bir siyasal statüyle mümkündür.

Bugün Türkiye’de demokratik ulus söylemi yalnızca iktidarın değil, bazı muhalif yapıların da savunduğu bir paradigmadır. Ancak bu paradigma, ne Kürtlerin tarihsel haklarını teslim etmekte, ne de onları siyasal bir özne olarak kabul etmektedir. Kürtler, bu modelde bir çeşitlilik, bir kültürel zenginlik ya da bir etnik alt kategori olarak görülmekte; talepleri ise “birlik”, “kardeşlik” ve “barış” gibi soyut değerlerle perdelenmektedir. Oysa ulus olmak, bu soyut değerlere indirgenemeyecek kadar somut bir siyasal varoluş biçimidir

Ulus, yalnızca dilsel veya kültürel bir birlik değil, aynı zamanda tarihsel bir özneleşme sürecidir. Siyasal iradeye sahip bir halk, kendi örgütlenmesini, kendi yasasını ve kendi yönetsel alanını oluşturma hakkına sahiptir. Bu hak, “demokratik birliktelik” gibi muğlak bir yapının içinde kaybolduğunda, halkların ulusal varlıkları da silikleşmeye başlar. Kürtler için ulusal özgürlük, başkasının kimliğinde çözülerek değil, kendi tarihsel, toplumsal ve siyasal gerçekliğiyle tanınarak mümkündür.

Demokratik ulus adı altında önerilen bu model, Kürt halkının taleplerini bastıran klasik ulus-devlet reflekslerinin postmodern bir versiyonu olarak işlemektedir. Bu yönüyle, demokratikleşme değil, geciktirme; eşitlik değil, erteleme; barış değil, belirsizlik üretmektedir. Gerçek eşitlik, ancak ulusal hakların açık ve net biçimde tanınmasıyla mümkündür. Kürt halkı bir ulustur ve bu ulus, kendi kimliğiyle, diliyle ve iradesiyle tanındığında, diğer halklarla eşitlik temelinde birliğe katılabilir. Aksi halde birlik değil, asimilasyon; kardeşlik değil, tahakküm; barış değil, sessizlik üretilecektir.

Hüsamettin Turan

Diğer Haberler