Erdoğan’ın Malazgirt’te dile getirdiği “Kılıç kınından çıktımı kalem ile kelam biter” sözü, sıradan bir siyasal retorik değildir; devlet aklının en özlü biçimde ifade edilmiş, çıplak ve kanlı itirafıdır. Bu ifade, Cumhuriyet tarihi boyunca Kürt milletine karşı yürütülen yok sayma, asimilasyon ve şiddet politikalarının özeti niteliğindedir. Kılıç, doğrudan devletin zor aygıtını, inkâr rejiminin kanla tahkim edilmiş sürekliliğini simgelerken; kalem, Kürt kimliğini yok hükmünde sayan anayasa ve yasaları; kelam ise devletin resmi ideolojisinin üretip dayattığı aşağılayıcı dili temsil etmektedir.
Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana Kürtler, bu üçlü mekanizmanın kıskacında yaşamışlardır. 1925’te Şeyh Said ve yoldaşlarının idam sehpasına gönderilmesi, 1937-38’de Dersim’in havadan bombalanıp kadın ve çocukların mağaralarda yakılması, Zîlan Deresi’nde on binlerce insanın katledilmesi, 1990’larda yüzlerce köyün yakılması, faili meçhuller, zorla kaybetmeler, Roboskî’de bombalarla paramparça edilen çocuklar… Hepsi “kılıç”ın hiçbir zaman kınına girmediğini, “kalem”in daima inkâr yazdığını, “kelam”ın ise her daim hakareti ürettiğini kanıtlamaktadır. Erdoğan’ın Malazgirt’teki sözleri, işte bu sürekliliği günümüz siyasetinde yeniden ilan etmekten başka bir şey değildir.
Uluslararası hukuk açısından bakıldığında bu söylem, bir devletin kendi vatandaşına dönük temel hak ve özgürlükleri koruma yükümlülüğünü açıkça reddetmesi anlamına gelir. Birleşmiş Milletler Sözleşmesi ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, halkların barışçıl ifade, örgütlenme ve kimlik haklarını güvence altına alır. Ayrıca 1966 tarihli Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 1. maddesi, bütün halkların kendi kaderini tayin hakkına sahip olduğunu hükme bağlamaktadır. Buna rağmen Erdoğan’ın sözleri, şiddeti siyasetin meşru aracı olarak ilan etmekte, kalemi ve kelamı devre dışı bırakarak doğrudan zorun üstünlüğünü savunmaktadır. Bu, yalnızca ulusal hukuk normlarına değil, aynı zamanda uluslararası yükümlülüklere de açık bir meydan okumadır.
Kürt milletine karşı yürütülen bu sistematik inkâr ve şiddet, soykırım söylemi bağlamında da değerlendirilmek zorundadır. Çünkü soykırım yalnızca fiziksel imha değil, aynı zamanda kimliğin sistematik olarak yok edilmesi ve kültürün silinmesi girişimlerini de kapsar. Dersim 1938’in Birleşmiş Milletler’in soykırım tanımı içerisinde yer aldığı yönünde güçlü akademik argümanlar mevcuttur. Bugün Erdoğan’ın Malazgirt’te sarf ettiği söz, bu zihniyetin hâlâ diri olduğunu, devletin şiddeti ve imhayı siyasetin asli zemini olarak gördüğünü kanıtlamaktadır.
Dünya, Doğu Timor’un Endonezya’dan bağımsızlık mücadelesinde, Güney Sudan’ın ayrılmasında, Namibya ve Güney Afrika’daki apartheid rejimlerinin yıkılışında, halkların kendi kaderini tayin hakkının kanla bastırılamayacağını defalarca görmüştür. Kürtler de aynı hakka sahiptir. Erdoğan’ın kılıç metaforu, aslında Kürt milletinin meşru talebinin ne denli haklı olduğunu ortaya koymaktadır: Çünkü kılıç hâlâ kınından çıkıyorsa, bu, kelamın ve kalemin özgür olmadığı, barışçı çözüm yollarının bilinçli olarak tıkandığı anlamına gelir. Böyle bir durumda Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı, yalnızca tarihsel değil, aynı zamanda hukuki ve ahlaki bir zorunluluktur.
Erdoğan’ın sözleri, Kürt milletinin hafızasında yeni bir yara açmamış, sadece eski yaraları kanatmıştır. Çünkü Kürtler, bu rejimin şiddet dilini yüz yıldır zaten tanımaktadır. Fakat bu söylem, uluslararası topluma da açık bir mesaj vermektedir: Türkiye devleti kendi yurttaşlarına karşı şiddeti siyaset olarak sürdürme kararlılığındadır. Dolayısıyla Kürt meselesi artık sadece Türkiye’nin iç sorunu değil, uluslararası toplumun da görmezden gelemeyeceği bir insanlık meselesidir.
Kısacası Malazgirt’te sarf edilen bu söz, kılıcın gölgesinde kelamın ve kalemin hiçbir zaman özgür olamayacağını, bu rejimin barış söylemlerinin sahte, şiddet stratejisinin ise esas olduğunu gözler önüne sermektedir. Bu yüzden Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı, yalnızca bir talep değil, bu koşullar altında uluslararası hukukun en temel gerekliliklerinden biridir.
Hüsamettin TURAN